SAVAŞ ARTIK NE SINIR ÖTESİNDE , NE KÜRDİSTAN’DA

Savaş artık ne sınır ötesinde, nede Kürdistan’da, savaş her yerde

Türkiye gündemi tamimiyle seçime kilitlenmiş durumda. Bununla birlikte işçi sınıfının grevleri de giderek yaygınlaşmakta.

Seçim olur mu olmaz mı, olursa hangi koşullarda olacağı, faşist şef Erdoğan tarafından tarih verilmesine rağmen, aslında hala belirsizliğini korumaktadır. Ancak her durumda ülkede ciddi anlamda dengelerin bozulacağı ve yeni dengelerin oluşacağı da açıkça ortada.

Ülkede yaşanan ekonomik kriz ve giderek açlıkla yüz yüze kalan kitlelerin öfkesi de giderek kabarmaktadır. Yukarda da vurguladığımız gibi, bu öfke çeşitli iş kollarında peş peşe grevlerle kendisini ifade etmektedir.

Bunda hareketle bu seçimin oligarşi ve burjuva partileri açısından bir kader seçimi olduğu açık ortada. AKP-MHP ve onun perde arkasında Ergenekon’cu ayağı bu seçimde başarıyla çıkması halinde, ülkede ki İslamcı faşizmin tamamıyla kurumlaşma sürecinin tamamlayacağıdır.

Diger cephede altılı masa etrafından toplanan Millet ittifakı adı altında ki burjuva partileridir. Bunlar ise tek kişi yönetiminin sistemin krizini gidermediği gibi, giderek derinleştirdiği tespitiyle tek kişilik yönetim karşısında eskiye dönüşü savunmakta. Burjuvaziye ve uluslararası güçlere “bakın tek kişilik yönetim hepinizin çıkarlarına zarar vermekte, sistemin kitleler nezlinde meşruiyetini sorgulamakta” demektedir.

Bunlar dışında oluşan iki ittifak olan; “Emek ve Özgürlük İttifakı” ve “Sosyalist Güç Birliği” bu son iki ittifakın temel ayrılma noktası; Kürt sorunu. Aslında altılı masa denen burjuva cephesel ile de söylem dışında (haksızlık yapmamakla birlikte) Kürt sorunu dışında çokta bir farklılık bulunmamaktadır. Ne yazık ki sol, sosyalistlik adına kitlelere burjuva demokrasisi umut olarak pazarlanmaktadır. “Emek ve Özgürlük İttifakı” ve “Sosyalist Güç Birliği” her ikisi de “bizim ittifakımız seçim endeksli değil” dese de ve birbirini seçim endeksli olmakla eleştirseler de, pratikte sergiledikleri tutum bunu yansıtmamaktadır. Her ikisi de seçim endeksli hareket etmekte ve ona göre konumlanmış bulunmaktadır.

Asıl konumuza dönecek olursak, içinden geçtiğimiz ekonomik krize, baskı, yasa tanımamazlık vb vb. Bu koşullarda halk kitleleri her geçen gün yoksullaşmanın derinleşmesine, insan onurunu ayaklar altına alan sefaletin giderek büyümesidir. Bunun karşısında halka sanki yirmi yıldır ülkeyi yöneten kendisi değilmiş gibi faşist Erdoğan iktidarı, halka yeni umutlar vadetmekte. Halk kitlelerini ekmeğe muhtaç hale getiren faşist şef, kendisinin ve şürekâsının halkın sırtında ki asalakça yaşamından taviz vermemekte. Ülkenin içinde bulunduğu kriz, milyonlarca insanı yoksulluğa mahkûm eden bu asalak iktidar, “İtibardan tasarruf olmaz” anlayışına sığınarak saltanatını sürdürmekte.

AKP-MHP ve Ergenekon ittifakının toplumda yarattığı korku ve umutsuzluk iklimi içinde seçime gitme hesapları yapıyor. Başta biz devrimci güçler olmak üzere bir bütün, muhalefet güçlerinin bu siyasal atmosferi değiştirme konusunda ki beceriksizliği / isteksizliği burjuva muhalefet ve sosyal reformist liberaller- tereddütleriyle birleşince, faşist güçlerin kendini olduğundan daha güçlü gösterdiği bir tablo oluştu. Bu tabloyla tamda Mahir Çayan’ın ifade ettiği gibi “suni denge” olgusu iyice pekişiyor. Korku, baskı ve yokluk-yoksulluk adeta toplumun kaderi haline geldi.

Bugün salt çetelerin kol gezdiği bir ülke değil, çetelerce yönetilen bir ülke haline geldik. Düzenin mafyalaştığı, yasaların askıya alındığı, kuralsızlığın hüküm sürdüğü, adalete inancın kalmadığı (zira olmadığı) bir ülke ortaya çıktı. Bu tablo karşısında başta faşist karakterli burjuva partileri ve liberallerin desteğiyle gelişen bir umut krizi, yenilmişlik duygusu ve korku atmosferi bütün toplumu içine aldı. Öyle bir hale gelindi ki, eski çürüyor ama yeni olan doğamıyor bir türlü.

Tabloyu kabaca şöyle özetleyebiliriz; sadece geniş halk kesimleri, emekçiler, sol ve hemen her kesimde “bu kadar yeter” duygusu yerleşmeye başladı. Büyük sermaye ve emperyalist güç merkezleri içinde durum pek farklı değil. Belli ki, emperyalistler ve sermaye bütün kirli işlerini gördürdüğü ve artık işine yaramayan, dahası kendileri için bir istikrarsızlık kaynağı oluşturan İslamcı faşist iktidar ile daha fazla gitmek istemiyor. Ancak, sermayenin ve emperyalistlerin iktidara taşıdığı İslamcı faşist güruh da, ele geçirdikleri gücü bırakmak niyetinde değil. Çünkü rejim değişikliğini tamamlamak ve geleceklerini garantilemek istiyorlar. Bugün yaşanan şiddetli siyasal gerilimin temelinde bu durum yatıyor.

İslamcı faşist çete iktidarı, düşük yoğunluklu da olsa, bir dinci-faşist ya da faşizan rejimin kuruluş sürecini tamamlamak istiyor. Bu amaçla iktidarı kaybetmemek için her şeyi yapacağı ortada.

Sonuç olarak; sistemin yaşadığı derin kriz ve çıkmazıyla seçimlere doğru giderken, yapılması gereken; kitlelere sahte umutlar yerine sistemin gerçekliğini ortaya koyarak topluma güven vermek ve AKP-MHP iktidarının yıkılmasıyla bu kriz, baskı, yokluk ve yoksulluğun bitmeyeceği ve gerçek kurtuluşun bu asalak sömürü düzeninin kökten yok edilmesidir. Kitlelere sahte umutlar değil sistemin gerçek yüzünü kavratmaktır.

Başta da belirttiğimiz gibi, her koşulda dengelerin alt üst olacağı tespitiyle dönemin ruhuna uygun bir mücadele çizgisi geliştirmek zorundayız. Bu nedenle var gücümüzle cesareti örgütleyip toplumsallaştırmak zorundayız.

Savaş artık ne sınır ötesinde ne de salt Kürdistan’da, savaş artık her yerde, sokağımızda, iş yerimizde, hayatın her alanında. Bunun için alttan alta giderek büyüyen öfkeyle buluşmak o öfkeyi, kaygıları, tepkileri, talepleri hak alma ve öz savunma eylemlerinde seferber ederek halka karşı savaş açan bu sistem karşısında, halkı bağımsız politik bir güç olarak dikelmektir.

24 Ocak 2023

Önceki İçerikKATİLİ ÖDÜLLENDİREN KARAR , YARGITAY’A TAŞINDI
Sonraki İçerikCUMARTESİ ANNESİ YILDIZ’IN DURUŞMASI GÖRÜLDÜ