31 Mart seçimlerinin kaybedeni AKP-MHP, kazananı CHP ve DEM Parti oldu.
AKP-MHP şeflik rejimi 2024 Yerel seçimlerde geçmişte olduğu gibi artık klasikleşen sayısız usulsüzlük, gasp, hileye başvurdu. Seçim bitikten sonrada bunu gösteren onlarca görüntü vb ortaya çıktı. Kürdistan de ise bunu gizleme gereği bile duymadı. Otobüslerle hayali seçmen, asker ve polisleri seçim sandıklarına taşıdı. Ancak tüm bunlara rağmen Kürt halkı iradesine sahip çıktı. Kayyum atanan belediyelere yenilerini ekleyerek kazandı. Bunu hazmedemeyen iktidar Kürt halkının iradesini gasp etme peşinde.
Diğer yanda ülke genelinde 1 Mart yerel seçimlerinin kazanımı kuşkusuz CHP oldu. Ancak bu elde edilen kazanıma CHP de inanmaktan zorluk çekti, kazanmanın şaşkınlığı içinde.
Yaşanan ekonomik kriz, halkın yaşam gücünün açlık sınırının altına düşmesi, emeklilerin açlıkla yüz yüze kalması, 22 yıla aşkındır ülkeyi yöneten AKP-MHP iktidarının çeteleşen devlet yapısı iyice teşhir oldu. Kentsel dönüşüm adı altında sürdürülen talan rant ve halk evsiz bırakıldı. Yılarca emeği alın teriyle sahip oldukları evlerinde oldular. Katledilen doğa ve Erzincan’da ortaya çıkan doğa cinayeti, doğayı nasıl rantçı çıkarlarına alet ettikleri daha çok görülür oldu. Halka üsten bakan, onu aşağılayan yaklaşımları, uyguladıkları terör, burjuva anlamda da olsa yok olan adalet duygusu, baskı artik tüm çıplaklığıyla ortada. Yaşanan Maraş merkezli deprem sırasında kitleler nezlinde ortaya çıkan devletin gerçek yüzü ve ardinda arada 1 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen halkın hale konteynerlerde yaşamını sürdürmeye çalışması. Başlatılan şeryat isteme kampanyaları, Milli eğitim bakanlığının Diyanet ve Cemaatlerle yaptığı “Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi’’ adı altındaki dinci dayatma…
Halkın yaşadıkları karşısında bugüne kadar yürüttükleri ırkçı- dinci ve etnik kökene dayalı politikalar, terör edebiyatları artik bir anlam ifade edemez hala geldi. (Bu politikaların artık bir karşılığı olmayacağı anlaşılmamalıdır burada) Kendilerinin içinde debelendikleri hırsızlık rüşvet çarkına her seçimde halkıda ortak etmeye çalıştılar. İnsanca bir yaşam değil, muhtaç bir toplum yaratılar. Dağıtılan kömür, makarna, yardım kolileri bu seçimde de bolca dağıtıldı ama bir işe yaramadı.
Kısacası yaşanan kriz ve her geçen gün düşen alım gücü, halkın artık nefes alamaz hale gelmesi karşısında özelikle faşist şef Erdoğan’a karşı yükselen tepki seçim çalışmalarında net olarak ortaya çıktı. Öyle ki birçok yerde seçim çalışması yürütenlere “Reysin adını dilendırmeyın…” ya da adaylarının (özelikle İzmir’de) AKP amblemi ya da Erdoğan’ın posterlerinin olmadığı seçim çalışmaları.
Tüm bu oluşan tepkiler CHP de kongre sonrası değişen yönetim ve yönelimiyle sağdan-sola kitlelerin çekim merkezi oldu dersek yanlış olmaz. Seçeneksizlik kitleleri CHP’ye yönlendirdi. Bu durum CHP’nin kendisinin de beklemediği bir yönelim ve başarıyı elde etmesine sebep oldu.
Burada öncelikle kendimize yönelmek durumundayız. Yaşanan bunca kötülük karşısında Türkiye devrimci hareketinin içinde olduğu tasfiyecilik, devrimci dinamiklerde uzaklaşması sistem içi arayış ve sistemin seçim-parlamento hastalığı solu bir alternatif olmaktan çıkarmıştır. Bu kesim dışında kalan devrimci yapılar ise sürecin önünü açan alternatif olma çabalarında yetersiz kalmıştır.
Parlamento, Cumhurbaşkanlığı ve 31 Mart yerel seçim sürecinde de çok net olarak ortaya çıktı ki büyük bir kesim ‘sol, sosyalist’ devrim iddialarında ne kadar uzaklaştıklarını ortaya koydular.
Oluşturulan ittifaklar ve girilen birlikteliklerin yaşanan süreç ve halktan, onun taleplerinde çok uzaktı. Mücadele gelecek vb söylemleri sadece birer slogan ve propagandada ibret olduğu, tamamen grupsal çıkarlar ve sistemin parlamentosu milletvekili ya da bir belediyeye sahip olmak her şey oldu. Genel seçimlerde ittifak olanlar ittifaklarının ‘bu ittifak seçim eksenli değil mücadeleyi büyütmek’ eksenlidir dense de seçimlerde öyle olmadığı net olarak ortaya çıktı. Ardında bu ittifaklar yerel seçimlerde nedense birbirine çelme takmadan, birbirine karşı aday çıkarmaya, ideolojik olarak birbirine çok zıt noktalarda olanlar çok rahat bir araya gelebildiler. Burada Kürt siyasetinin kendi ulusal mücadelesini temel alan politikalarını bir yere kadar anlamak gerek ama uzlaşmacı ya da faşist şef Erdoğan’la diyalog arayışları ve ilkesiz ittifakların verdiği zararları görmek zorunda. Keza büyük şehirlerde ki Kürt kitlelerinin salt öncelikli taleplerinin ulusal kimlik mücadelesi olmadığında.
Sonuç olarak yaşanan yerel seçimlerde asıl yenilgiyi AKP-MHP faşizmi ve tür devleri yaşarken Sosyal reformist, yasalcı uzlaşmacı parti ve çevrelerinde büyük bir yenilgi yaşadığı ortada. Gerçekliği bir yanan; ‘’halkçı belediyecilik, komünist belediyecilik vb ‘’ bolca sıraladıkları hedeflerine ulaşmak bir yana bir önceki seçimlerde elde ettikleri kazanımlarını da kaybettiler.
Bugün kitlelerin alternatifsizlikte CHP’yi tercih etmesi yukarıda kısaca sıraladıklarımızın sonucu olarak çokta şaşırtıcı değil.
Seçim sonuçları, bu şekilde sonuçlanması ve belediyelerin büyük çoğunluğunun CHP tarafından kazanılmış olması faşist sistemce halklarımıza yaşatılanların değişeceği ya da yok olacağı anlamına gelmiyor. Ne emekçilerin nede başta Kürt halkı olmak üzere ülkemizde yaşayan azınlıkların ne yaşam koşuları neden ulusal ya da azınlık olarak yaşadıkları baskı, yok sayılmaları ortada kalkmayacaktır. Çünkü tüm yaşananlar sınıfsal, burjuvazi cephesinde yaşanana iç çelişkiler ya da değişiklikler sadece iktidarın hangi kliğin elinde olacağıdır.
Sistem değişmedikçe egemenlerin ve onların sınıfını temsil eden faşist devlet aygıtının halktan yana değişmeyeceği bir gerçeklik. Egemenlerin çıkarının temsilcisi olan bu faşist sistem var oldukça asla halkların, ezilenlerin çıkarını temsil etmeyeceğidir. Dolaysıyla bu sistem içinde elde edilecek yerel yönetimler ya da parlamento, milletvekillileri, sadece bir mevzi halkın çıkarlarını ileri bir noktaya taşımada taktiksel birer mevzi olabilir.
Sonuç olarak tüm yaşananlar da gerekli dersleri, sonuçlar çıkarmak kaçınılmazdır. Ama bu sonuçlarda çıkarılması gereken ders umutsuzluk ya da karamsarlık asla olamaz. Bu yaşananlar bizlere asıl olarak göstermektedir ki M-L perspektifiyle devrimci mücadelede ki eksik ve yetersizliklerimizi ortaya çıkarmak, bunların hızla gidermektir. Eğer bugün kitleler CHP’de umut arıyorsa unutmamalıyız ki bu devrim mücadelesi ve onun kitlelere umut olmayı başaramaması ve yaşadığı eksik ve yetersizliklerdendir.
Seçim nedeniyle ertelenen zamlar, gündemde olan savaş (özelikle Kürt halkı ve Kürdistan’a yönelik) baskıların daha da yoğunlaşacağı gerçekliği ortada. Faşist sistem içinde debelendiği ekonomik-siyasal kriz onu daha çok baskı, sömürüyü dayatmakta.
8 Mart ardında Newroz bir kez daha kitlelerin asıl yönelimini çok net olarak ortaya koydu. Bu yönelimle yaklaşan 1 Mayıs dünya emekçilerin mücadele dayanışma gününde bu ruhla alanları doldurmak ve faşizme karşı mücadele ruhunu daha ileriye taşımaktır.
O zaman bizlere düşen görev ve sorumluk hızla eksik ve yetersizliklerimizi gidermek, daha planlı programlı bir çalışma içinde olmaktır. Devrimcilikte ıstar ve aynı zamanda 52 yıl dönümünde olduğumuz Kızıldere çağrısının cüret ve ruhunu kuşanmaktır.
Asıl devrimci görev ve sorumluk; gerçek kurtuluşun sistemin içinde değil onun alaşağı edilmesi, devrim ve sosyalizm olduğunu bilince çıkarıp, kitlelere kavratmaktır. Bu temelde mücadeleyi sokakta büyütmektir…