Kuyu Hapishaneleri ve Türkiye’de Cezaevi Geçmişi: Direnişin Yükselişi

Cezaevleri, sınıf mücadelelerinin keskinleştiği anlarda, egemen iktidarların muhalifleri sindirmek ve direnişi kırmak için kullandığı en acımasız araçlardan biri olmuştur. Tarih boyunca, devrimcilerin, ilerici aydınların ve halkın hakları için mücadele edenlerin kapatıldığı bu yapılar, kimi zaman birer işkencehaneye dönerken, kimi zaman da direnişin, dayanışmanın ve özgürlük arayışının filizlendiği mekânlar haline gelmiştir. Bu bağlamda, kuyu hapishaneleri gibi ilkel ve insanlık dışı uygulamalardan, 12 Eylül zulmüne ve F Tipi tecrit sistemlerine uzanan Türkiye cezaevi tarihi, sınıf mücadelesinin acımasız gerçeklerini ve devrimci iradenin sarsılmazlığını gözler önüne sermektedir.

Kuyu Hapishaneleri: İnsanlık Onuruna Yönelik Barbarlık

Kuyu hapishaneleri, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından biridir. Genellikle yeraltına kazılmış, dar, havasız ve tamamen ışıksız bu çukurlar, mahkumların fiziksel ve ruhsal olarak tamamen çökertilmesini hedefleyen birer işkence aracıydı. Tarihsel kayıtlarda, özellikle Orta Çağ’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nun erken dönemlerinde kullanıldığına dair izlere rastlanan bu kuyular, mahkumu tecrit ederek, insanlık dışı koşullarda yaşamaya mahkum ederek onurunu ve direncini kırmayı amaçlamıştır. Bu barbarca uygulamalar, egemenlerin, muhaliflerini toplumdan tamamen soyutlama ve yok etme arzusunun somut bir göstergesiydi.

Türkiye’de Cezaevi Geçmişi: Direnişin Mirası

Türkiye coğrafyasındaki cezaevi kavramı, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e uzanan süreçte, iktidarların baskıcı politikalarıyla şekillenmiştir. Zindanlar, kodesler ve kaleler, farklı dönemlerde muhalif seslerin susturulmaya çalışıldığı yerler olmuştur. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte “modernleşme” adı altında atılan adımlar, ne yazık ki cezaevlerindeki baskı ve işkencenin sona ermesi anlamına gelmemiştir. Aksine, özellikle tek parti dönemi ve sonrasında yaşanan askeri darbeler, cezaevlerini sınıf mücadelesinin en şiddetli çatışma alanlarından birine dönüştürmüştür.

12 Eylül Dönemi Direnişleri: Diyarbakır ve Metris Cezaevleri

12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinden biridir. Faşist cunta, işçi sınıfını, devrimci gençliği ve ilerici güçleri topyekün ezmek için cezaevlerini birer laboratuvar olarak kullanmıştır. Bu dönemin en vahşi yüzü, Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi ve Metris Askeri Cezaevi’nde yaşananlardır.

Diyarbakır Cezaevi: Bir İşkence ve Direniş Efsanesi

Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi, 12 Eylül rejiminin Kürt halkına ve devrimci güçlere yönelik uyguladığı sistematik işkencenin sembolüdür. Burada uygulanan “dışkı yedirme”, “lağım sularında bekletme”, “tecavüz” gibi akıl almaz işkenceler, insan onurunu hedef alarak mahkumu teslim almaya çalışmıştır. Ancak bu vahşete karşı, devrimci tutsaklar, eşi benzeri görülmemiş bir direniş destanı yazmıştır:

Açlık Grevleri ve Ölüm Oruçları: Diyarbakır Cezaevi’nde başlayan açlık grevleri ve ardından gelen ölüm oruçları, işkenceye ve tek tip elbise dayatmasına karşı bir onur mücadelesiydi. 1982’de Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek gibi devrimcilerin ölümleriyle sonuçlanan bu direnişler, zindanlardaki zulmü tüm dünyaya haykırmıştır. Mazlum Doğan’ın Newroz gecesi dort kibrit copuyle bedenini ateşe vermesi, zulme karşı direncin ve özgürlük arayışının sarsılmaz bir sembolü haline gelmiştir. Bu eylemler, devrimci tutsakların “yaşamak için direniyoruz, ölmek için değil” şiarını en yüksek sesle dile getirişidir.

Toplu Direnişler ve Koğuş Mücadeleleri: Mahkumlar, koğuşlarda örgütlenerek, marşlar söyleyerek, slogan atarak ve zorunlu askeri nizama karşı çıkarak psikolojik bir direniş sergilemişlerdir. Bu direnişler, işkencecilerin mahkumlara dayattığı teslimiyet politikasını boşa çıkarmayı hedeflemiştir.

İntihar Değil, Eylem: Aşırı işkencelere dayanamayan bazı devrimcilerin intihar olarak nitelendirilen eylemleri, aslında faşizme karşı bedenlerini siper etmeleri, birer protesto ve direniş biçimi olarak okunmalıdır.

Metris Cezaevi: Kent Merkezinde Direnişin Soluğu

İstanbul’daki Metris Askeri Cezaevi de 12 Eylül döneminin bir diğer direniş merkeziydi. Devrimci tutsaklarinkaldigi Metris’te de ağır baskılar ve işkenceler yaşanmıştır.

1984 Açlık Grevleri ve Ölüm Oruçları: 11 Nisan 1984’te Metris’te başlayan ve kısa sürede ülke genelindeki 43 cezaevine yayılan açlık grevleri, 45. günden sonra ölüm orucuna dönüşmüştür. Temel talepler, faşist rejimin dayattığı tek tip elbise uygulamasının kaldırılması ve işkencelerin sona ermesiydi. Bu direnişte birçok devrimci tutsak hayatını kaybetmiş, ancak bu eylemler, cezaevi direnişinin siyasi tarihteki yerini perçinlemiştir. Bu direnişler, iktidara kısmi de olsa geri adım attırmış, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın tek tip elbise genelgesini iptal etmesini sağlamıştır.

F Tipi Cezaevleri ve “Hayata Dönüş” Katliamı: Tecrit ve Direniş

1990’lı yılların sonunda ve 2000’li yılların başında, Türkiye cezaevi sisteminde yeni bir saldırı dalgası başlamıştır: F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumları adı altında, mahkumları büyük koğuşlardan alıp bir veya üç kişilik hücrelere kapatma politikası. “Bireysel iyileştirme” maskesi altında sunulan bu sistem, aslında mahkumları birbirinden izole etmeyi, örgütlülüklerini dağıtmayı ve direniş dinamiklerini kırmayı amaçlayan bir tecrit politikasıydı.

F Tipi cezaevlerinin asıl amacı, devrimci tutsakları birbirinden ayırarak, onların siyasi kimliklerini ve mücadele azimlerini yok etmekti. Bu sisteme karşı, Türkiye genelindeki cezaevlerinde büyük bir direniş, açlık grevleri ve ölüm oruçları başlamıştır. Bu direnişin en trajik doruk noktası ise 19 Aralık 2000 tarihinde yaşanmıştır.

“Hayata Dönüş” Operasyonu: Bir Katliamın Anatomisi: Cezaevlerindeki direnişleri kırmak ve mahkumları zorla F Tipi cezaevlerine nakletmek amacıyla, 19 Aralık 2000 tarihinde eş zamanlı olarak 20 cezaevine güvenlik güçleri tarafından “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında barbarca bir müdahale gerçekleştirilmiştir. Bu operasyon, bir baskın değil, tam anlamıyla bir katliamdı. Gaz bombaları, yanıcı maddeler ve ağır silahlarla yapılan müdahalede, resmi rakamlara göre 30’u tutuklu ve hükümlü olmak üzere 32 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmış ve kalıcı sağlık sorunlarıyla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Operasyonda hayatını kaybedenlerin büyük çoğunluğunun yanarak veya ateşli silahlarla vurularak öldüğü iddiaları, devlet şiddetinin boyutunu gözler önüne sermiştir. Bu katliam, devrimci tutsakların tecride karşı verdikleri onurlu mücadeleyi kana boğma girişimiydi.

“Hayata Dönüş Operasyonu” sonrası F Tipi cezaevleri yaygınlaşmış olsa da, tecrit ve izolasyon uygulamaları hala ağır insan hakları ihlali iddialarıyla gündemdedir. Bu cezaevlerinde mahkumların sosyal ve siyasi faaliyetleri kısıtlanmakta, dış dünyayla bağlantıları zayıflatılmakta ve ruhsal sağlıkları ciddi tehdit altında bulunmaktadır.

Türkiye’nin cezaevi tarihi, egemen sınıfların muhalifleri sindirme çabasıyla, devrimci tutsakların özgürlük ve adalet için verdiği sarsılmaz mücadelenin iç içe geçtiği bir tarihtir. Kuyu hapishanelerinden 12 Eylül’ün zindanlarına ve F Tipi cezaevlerine uzanan bu süreçte, açlık grevleri ve ölüm oruçları, devrimci iradenin en keskin direniş biçimleri olmuştur. Bu direnişler, sadece zindan duvarları arkasında değil, tüm toplumsal mücadelede, insanlık onurunun ve devrimci ruhun asla teslim olmayacağının kanıtıdır.

Kuyu Hapishaneleri ve Türkiye’de Cezaevi Mücadelesinin Sol Perspektifi Cezaevleri, sınıf savaşlarının ve devrimci mücadelelerin en sert sahneleri olmuştur. Egemenlerin, devrimcileri ve ilerici güçleri susturmak, direnişi kırmak ve toplumu teslim almak için kullandığı araçlar olarak tarihin en karanlık yüzlerini yansıtmaktadır. Sol bakış açısıyla, cezaevleri, baskıya karşı direnişin ve sınıf mücadelesinin simgeleri olmuştur. Kuyu hapishanelerinden 12 Eylül zindanlarına ve F Tipi tecrit sistemlerine uzanan süreç, proletaryanın ve ezilen halkların özgürlük arayışını ve devrimci iradenin sarsılmazlığını ortaya koyar.

Kuyu Hapishaneleri: Barbarlığın ve Direnişin İlk İzleri Kuyu hapishaneleri, insanlık onuruna karşı işlenmiş barbarca uygulamalardır. Yeraltına kazılmış, dar, havasız ve ışıksız bu zindanlar, egemen sınıfların devrimcilere ve muhaliflere karşı kullandığı birer işkence ve yıldırma aracıdır. Bu uygulamalar, sınıf egemenliğinin ve baskı aygıtlarının en acımasız örnekleridir. Tarih boyunca, Osmanlı’nın karanlık zindanlarından, Orta Çağ’ın işkence mekanlarına kadar uzanan bu uygulamalar, proletarya ve halk hareketlerinin mücadelesine karşı yürütülen sistemli saldırıların sembolleridir. Bu barbarlık, devrimcilerin onurunu kırmak ve direnişi yok etmek amaçlıdır; fakat devrimci irade karşısında hiçbir zaman tam anlamıyla başarılı olamamıştır.

Türkiye’de Cezaevi Mücadeleleri: Direnişin ve Onurun Hikayesi Türkiye’de cezaevi tarihi, sınıf mücadelesinin ve devrimci direnişin tarihididir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte, zindanlar, iktidarların muhalifleri susturmak ve tasfiyeye uğratmak için kullandığı araçlar olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, devletin baskı aygıtları, devrimcilere ve ilerici güçlere karşı yoğun tecrit ve işkence politikaları uygulamıştır. 12 Eylül askeri faşizmi ise, proletaryanın ve Kürt halkının devrimci iradesine karşı topyekün bir savaş ilan etmiştir. Bu dönemde, cezaevleri, sınıf mücadelesinin en sert çatışma alanlarına dönüşmüştür.

12 Eylül Dönemi: Direnişin ve Devrimin İzleri Faşist cunta, sınıf ve halk hareketlerini ezmek amacıyla, cezaevlerini birer işkence ve direniş alanına çevirmiştir. Diyarbakır ve Metris cezaevleri, bu dönemin simgeleri olmuş, devrimci tutsakların onurlu direnişleriyle tarih yazmışlardır.

Diyarbakır Cezaevi: Direniş ve Şehadet Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi, Kürt halkı ve devrimci güçlerin direniş sembolüdür. Burada uygulanan hukuksuzluk ve barbarlık, “dışkı yedirme”, “lağım sularında bekletme” ve “tecavüz” gibi akıl almaz işkencelerle ile sınır tanımamıştır. Ancak, bu vahşete karşı devrimci tutsaklar, onurlu direnişlerini sürdürmüşlerdir:

  • Açlık Grevleri ve Ölüm Oruçları: 1982’de başlayan ve yüzlerce devrimcinin yaşamını yitirdiği bu direnişler, işkence ve baskılara karşı halkın ve sınıfın iradesini göstermiştir. Mazlum Doğan’ın Newroz gecesi kendini yakması, direnişin ve özgürlük mücadelesinin simgesi olmuştur.
  • Koğuş Mücadeleleri ve İntiharlar: Mahkumlar, örgütlenerek, sloganlar ve marşlarla psikolojik bir direniş sergilemişlerdir. İşkenceye dayanamayarak intihar eden devrimciler, faşizme karşı bedenleriyle direnişin en yüksek ifadesini ortaya koymuşlardır.

Metris Cezaevi: Kent Merkezinde Direniş ve Mücadele Metris, 1984’te başlatılan açlık grevleri ve ölüm oruçlarıyla, devrimci ve ilerici güçlerin mücadele alanı olmuştur. Bu direnişler, devletin tecrit ve baskı politikalarını boşa çıkarmış, halkın devrimci bilincini yükseltmiştir.

F Tipi Cezaevleri ve “Hayata Dönüş” Katliamı 1990’ların sonunda ve 2000’lerin başında, devrimci iradeye karşı yeni bir saldırı dalgası başlamıştır: F Tipi yüksek güvenlikli cezaevleri. Bu sistem, mahkumları hücrelere kapatmak, örgütlenmeyi engellemek ve devrimci iradeyi kırmak amacıyla tasarlandı. Bu sistem karşısında, devrimci ve ilerici güçler, yeniden direnişe geçmiştir.

  • “Hayata Dönüş” Operasyonu (2000): Devlet, devrimci tutsakların iradesini kırmak ve zorla F Tipi cezaevlerine nakletmek amacıyla, 19 Aralık 2000’de katliamcı bir operasyon gerçekleştirmiştir. Gaz bombaları, yangınlar ve silahlı saldırılar sonucunda 32 devrimci yaşamını yitirmiştir. Bu katliam, faşizmin en acımasız yüzünü ve devrimci iradeye yönelik saldırıyı göstermektedir.
  • Direnişin ve Mücadelenin Mirası: Bu vahşete karşı devrimciler, bedenleriyle direnişlerini ortaya koymuşlar ve, bedeller ödemişlerdir. Bu direnişler, devrimci iradenin teslim olmadığının ve sınıf mücadelesinin devam edeceğinin en net göstergesidir.

Sol Perspektiften Cezaevi Mücadelesi ve Günümüz Sol devrimci güçler, cezaevlerindeki direniş ve mücadelelerin tarihsel mirasıyla, sınıf ve halk mücadelesini birleştirmiştir. Bugün, cezaevlerinde devam eden insan hakları ihlalleri ve tecrit politikaları, devrimci iradenin ve sınıf dayanışmasının sınandığı alanlardır. Geçmişteki direnişler, mahkumların ve halkın onurlu direnişlerinin, özgürlük ve adalet mücadelesinin temel taşları olduğunu gösterir. Sol, bu mirasla, özgürlük ve adalet yolunda mücadeleyi sürdürecek ve sınıf savaşını büyütecektir.

Unutmayalım ki; cezaevleri, sadece baskı ve işkence mekânları değil, aynı zamanda devrimci iradenin ve sınıf mücadelesinin yükseldiği alanlardır. Bu mücadeleler, karanlık günleri aşmak ve özgürlük yolunu açmak için atılan adımlar olmuştur.

COŞKUN ÖZDEMİR

Önceki İçerikEmperyalist Haydut ABD-Siyonist İsrail Saldırısı: İran’a Yönelik Emperyalist Savaşın Yeni Evre
Sonraki İçerikCumartesi Anneleri 1057. hafta: Şırnak’ta kaybedilen altı kişi için adalet istediler

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz