Bir günü değil, her günü şiddete, kadın kırımına ve faşizme karşı mücadele gününe çevirmeliyiz.
25 Kasım, Mirabal Kardeşler’in ABD destekli faşist Trujillo diktatörlüğü tarafından katledilmesine karşı yükselen direnişin tarihsel çığlığıdır. Bugün o çığlık, kapitalist patriyarkanın dünya çapında kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelttiği sömürü, baskı ve şiddet düzenine karşı örgütlü mücadelemizin sönmeyen ateşine dönüşmüştür.
Bu düzen, erkek egemen sermaye düzenidir.
Kadın emeğini sömüren, kadın bedenini denetleyen, kadın kimliğini bastıran; kadınları ucuz işgücüne, bitmeyen ev içi emeğe, güvencesiz çalışmaya ve eril devletin yasalarına mahkûm eden bir tahakküm mekanizmasıdır.
Kapitalist patriyarka, kadınları iki yönlü bir kuşatma altına alır:
Bir tarafta düşük ücret, güvencesizlik, mobbing, kayıt dışı istihdam ve kreşsiz işyerleriyle ekonomik sömürü; diğer tarafta ücretsiz bakım emeği, aile içi şiddet ve devletin dayattığı toplumsal rollerle ideolojik denetim.
Kadınların iş–ev arasında sıkıştırılmış bir yaşama mahkûm edilmesi bir tesadüf değildir; kapitalizmin ucuz ve esnek işgücüne duyduğu ihtiyacın ürünüdür. Kadın emeğinin görünmezleştirilmesi, milyonlarca kadının güvencesizliğe itilmesi ve ev içi yükün “doğal görev” diye sunulması, bu çarkın dönmesini sağlayan temel ayaktır.
Bu sömürü düzeninde erkek şiddeti bireysel değil; devlet eliyle örgütlenen sistematik bir şiddettir.
Türkiye’de kadın cinayetlerine ilişkin verilerin gizlenmesi, cezasızlık politikalarıyla faillere korunaklı alan yaratılması, kadınların yaşam hakkının dahi korunmaması; iktidarın kadınların yaşam tarzını, kıyafetini ve iradesini hedef alan nefret söylemleriyle birleşince erkek şiddeti doğrudan devlet politikası hâline gelmiştir.
Devlet, erkek şiddetini önlememektedir;
Devlet, erkek şiddetini teşvik eden yasaları, söylemleri ve cezasızlık düzeniyle bu şiddetin ortağıdır.
Sermaye düzeni, kadınları yorgun, güvencesiz, bağımlı ve sessiz tutarak ömrünü uzatmaya çalışıyor. Kadınların itaatkâr, ucuz işgücüne indirgenmesi; aile içinde hapsedilmiş ve erkek otoritesine bağlı bir konuma sıkıştırılması, kadınların politik özneleşmesinin önüne örülen temel duvarlardan biridir.
Ancak tüm saldırılara rağmen kadınların isyanı büyüyor.
Bu düzenin istediği “makul kadın” olmayacağız.
Eve, aileye, itaate mahkûm eden karanlığa teslim olmayacağız.
Sokaklardan, meydanlardan, fabrikalardan, okullardan, mahallelerden geri çekilmeyeceğiz.
Korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz!
25 Kasım’da sokaklardayız:
✔ Yüzyıllardır bizden çalınanları geri almak için,
✔ Sermayenin ve erkek egemenliğinin tüm tahakküm mekanizmalarını teşhir etmek için,
✔ Cinsel, ekonomik, psikolojik ve fiziksel şiddetin hayatlarımızı kuşatmasına izin vermemek için,
✔ Kazanılmış haklarımızı sermayeye ve devlete teslim etmemek için,
✔ Kadınların özgürlük mücadelesini büyütmek ve sisteme karşı kolektif–örgütlü gücümüzü sokakta göstermek için.
Bu düzenin zincirleri kırılacak; çünkü kadınların öfkesi büyüyor, birikiyor, örgütleniyor.
Faşist patriyarka ne kadar saldırırsa saldırsın, kadınların özgürlük iradesi karşısında erimeye mahkûmdur.
25 Kasım’da öfkemizi birlikte sokaklara taşımaya…
Öfkemizi örgütleyelim, dayanışmamızı büyütelim, bu düzenin karanlığına karşı kadınların kolektif gücünü yükseltelim.
Jin Jiyan Azadî!
Yaşasın kadınların örgütlü mücadelesi!






