ORTADOĞU: EMPERYALİST YENİDEN PAYLAŞIMIN MERKEZİ

Emperyalist Sistem, Bölgesel Yapısallık ve Ortadoğu’nun Konumu

Ortadoğu, kapitalist dünya sisteminin 20. yüzyıl boyunca yeniden üretiminde stratejik bir halkadır. Bu konum yalnızca enerji kaynaklarından veya jeopolitik geçiş yollarından değil, emperyalist merkezlerin bölgesel hegemonya kurma zorunluluğundan doğmuştur. Emperyalist sistemin yapısal mantığı, çevre ülkeleri parçalayarak yönetmek, etnik-mezhepsel fay hatlarını derinleştirmek ve bölgesel bağımsızlık eğilimlerini bastırmak üzerine kuruludur.

ABD ve Avrupa emperyalizmi tarafından dile getirilen “demokrasi”, “istikrar”, “insani müdahale” gibi söylemler, emperyalist yeniden paylaşımın ideolojik üstyapı unsurlarıdır. Irak, Afganistan, Suriye, Libya ve Yemen’deki yıkım, emperyalizmin bölgeye müdahalesinin geçici bir sapma değil; kapitalist merkezlerin yapısal ihtiyaçlarının zorunlu sonucu olduğunu göstermektedir.

Türkiye’nin Emperyalist Sistemdeki Bağımlı Konumu ve Bölgesel Rolleri

Türkiye’nin Filistin meselesindeki ikiyüzlü pozisyonu, yüzeysel bir diplomatik çelişki değil; NATO üyesi, ABD’ye bağımlı, bölgesel taşeron niteliği taşıyan bir devlet aygıtının sistem içindeki işlevinin zorunlu sonucudur.

Devletin Gazze’deki soykırıma rağmen İsrail ile ticari, enerji ve lojistik ağlarını sürdürmesi, bu bağımlılık ilişkisinin ekonomi-politik temelini oluşturur:

Türkiye sermayesinin dış ticaret, finans ve enerji akışlarıyla emperyalist merkezlere bağlanmış olması.

Dolayısıyla Filistin’e yönelik söylemsel destek, iç politik meşruiyet üretme işlevi taşırken; pratikte Türkiye’nin ABD-İsrail eksenine yerleşmiş dış politika mimarisini değiştirmemektedir. Bu, dünya sistemi içinde yarı-çevre devletlerin tipik davranış biçimidir: retorikte bağımsızlık, pratikte emperyalist bloklara uyum.

Libya ve Suriye Müdahaleleri: Yeni-Osmanlıcı Yayılmacılığın Sınıfsal Mantığı

Türkiye’nin Libya ve Suriye’ye müdahaleleri, yalnızca “bölgesel güç” olma iddiasıyla açıklanamaz. Bu müdahaleler, Türkiye burjuvazisinin bölgesel pazar arayışlarının, enerji koridoru denetim stratejisinin ve siyasal İslamcı iktidarın ideolojik hedeflerinin kesişiminde ortaya çıkan bir dış politika formudur.

Libya’da: Kaddafi sonrası oluşan güç boşluğu, çok merkezli emperyalist rekabet alanına dönüşmüş;

Türkiye bu süreçte farklı silahlı grupları destekleyerek, enerji sahalarına ve limanlara nüfuz etmeye çalışmıştır, bu müdahale Libya halkının kendi kaderini tayin hakkını ortadan kaldıran yeni bir bağımlılık ilişkisi yaratmıştır.

Suriye’de Türkiye’nin cihatçı örgütlerin örgütlenmesine, lojistiğine ve operasyonel faaliyetlerine sağladığı destek; bölgede anti-demokratik, anti-halkçı güç dengelerinin pekiştirilmesine hizmet etti. Bu durum yalnızca askeri yıkımı derinleştirmedi; aynı zamanda bölgesel halkların tarihsel ilişkisinin parçalanmasına yol açtı.

Rojava, Kürt Sorunu ve Ulusal Özerklik Arayışının Bastırılması

Rojava’daki özyönetim deneyimi, Ortadoğu’da halklar lehine ortaya çıkan ender demokratik-siyasal oluşumlardan biridir. Türkiye’nin Afrin, Serêkaniyê ve Girê Spî’ye yönelik operasyonları; bu deneyimin gelişimini engellemeye dönük sistematik bir stratejinin parçasıdır.

Bu stratejinin bileşenleri şunlardır: Demografik mühendislik, Kültürel ve düşünsel asimilasyon, silahlı gruplar eliyle toplumsal denetim mekanizmaları, Kürt halkının siyasal temsil kapasitesinin ortadan kaldırılması.

Bu uygulamalar yalnızca Türkiye’nin güvenlik politikalarıyla açıklanamaz; Kürt halkının özerklik arayışının kapitalist-devletçi bölgesel düzen açısından tehdit olarak algılanmasının sonucudur.

HTŞ ve Cihatçı Yapıların Araçsallaştırılması: Emperyalist ve Bölgesel Stratejilerin Kesişimi HTŞ’nin uluslararası arenada “müzakere edilebilir aktör” statüsüne taşınması. Emperyalizmin Ortadoğu’da radikal İslamcı örgütleri dönemsel olarak araçsallaştırmasının yeni bir örneğidir. Bu araçsallaştırma yalnızca küresel güçlerin değil, Türkiye gibi bölgesel iktidarların da çıkarlarıyla uyumludur.

HTŞ ve benzeri örgütler: halkların demokratik taleplerini bastırmak, Kürt hareketini çevrelemek ve etkisizleştirmek. Aleviler başta olmak üzere farklı inanç grupları üzerinde baskı kurmak, toplumsal muhalefeti militarize tehditlerle tasfiye etmek amacıyla kullanılmaktadır.

Bu süreç, Ortadoğu’da şeriatçı gericiliğin emperyalist hegemonya projeleriyle eklemlenme biçimlerinin tipik bir örneğidir.

İsrail’in Bölgesel Saldırganlığı ve Genişletilmiş Savaş Doktrini

İsrail’in Gazze, Lübnan, Suriye ve İran’a yönelik kesintisiz saldırıları, yalnızca “güvenlik politikası” değil, bölgesel güç dengelerini sürekli gerilim altında tutma ve emperyalist merkezlerle koordineli genişletilmiş savaş doktrininin bir parçasıdır.

Bu doktrinin mantığı: Filistin direnişini fiziksel olarak tasfiye etmek,

Lübnan’daki anti-emperyalist güçleri zayıflatmak, İran’ı sürekli baskı altında tutarak bölgesel denklemi ABD çıkarları doğrultusunda yeniden biçimlendirmek üzerine kuruludur.

İsrail’in varlığı, bölgesel düzenin askeri-siyasal güvenlik mimarisinde emperyalist merkezlerin ileri karakolu işlevi görmektedir.

Halkların Devrimci Birliği: Ortadoğu’da Tarihsel Çözüm Olasılığı Ortadoğu halklarının kaderi, emperyalist sistemin ekonomik-siyasal bütünlüğü içinde birbirine bağlanmıştır. Bu nedenle çözüm, ulusal sınırların dar çerçevesinde değil, bölgesel düzeyde kurulan devrimci bir birleşik hat ile mümkündür.

Bu hat: halkların kendi kaderini tayin hakkını, anti-emperyalist direnişi, anti-Siyonist konumlanmayı, şeriatçı-faşist güçlere ve işbirlikçi rejimlere karşı ortak mücadeleyi birleştiren bir stratejik çerçevedir.

Gerçek barış, kapitalist düzenin krizlerini “yönetmek” amacıyla kurduğu geçici ateşkeslerde değil, bölgenin halklar tarafından eşitlikçi, özgürlükçü ve laik bir toplumsal örgütlenme temelinde yeniden kurulmasıyla mümkündür.

Emperyalistler, Siyonist militarizm, şeriatçı taşeron örgütler ve işbirlikçi rejimler, halkların ortak devrimci mücadelesinin karşısında tarihin dışına itilecektir.

Önceki İçerikMeksika’da halk ayaklandı: Binlerce kişi sokalarda
Sonraki İçerikHareket Yönetimi: Zap’taki güçlerimiz uygun sahalara çekildi