EKİM DEVRİMİ YÜZÜNCÜ YILI RUHUYLA YİNE DEVRİM, YİNE SOSYALİZM
Not: Bu yazı Ekim devrimin yüzüncü yılı vesilesiyle kaleme alınmıştı ancak o dönem yayınlanamadı. Ekim devrimi yıl dönümü vesilesiyle ve günceliği sebebiyle yayınlamayı uygun gördük.
Ekim devriminin yüzüncü yılında olduğumuz aydayız. Yeni bir çağın, sosyalizm çağının, insanlığın kurtuluşuna giden o büyük yolun açıldığı, tarihsel bir dönüm noktasını olan Ekim Devriminin ruhunu kavramak, onu bu ruhunu mücadeleye aktarmak, bilinçlerde tazeleme açısında önemlidir.
Sosyalizm salt bir “hedef olmaktan çıkıp gerçekliğe yönelen bir olguya dönüştü. İktidar -gerçek anlamda- tarihte ilk kez ezilenlerin, sömürülenlerin oluyordu. İlk kez bir komünist partisi, iktidarı almanın değil, yeni bir toplumu inşa etmenin zorlu yoluna atılıyordu… İlk kez, kapitalizmin “mezar kazıcıları”, kapitalizmi bir ülkeyle sınırlı da olsa kazdıkları mezara gömüyorlardı.
Tarihsel anlamı böylesine büyük olan bir devrimin, elbette, kendinden sonraki süreç üzerindeki etkisi de büyük olacaktı ve öyle de oldu.
Ekim Devrimi’nin üzerinden koskoca bir yüz yıl geçmesine karşın bu etki sürüyor.
Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında, bu büyük devrimin büyük mimarının, bizzat Lenin’in kendi ülkesindeki devrim ve diğer devrim deneyleri karşısındaki tutumunun özellikle kendi deyişleriyle bir kez daha altının çizilmesi, günümüz tartışmaları açısından anlamlı olacaktır. Çünkü bu tutum, Ekim Devrimi öncesi deneyimlerin ve teorinin dogmatikleştirilmesine karşı olduğu gibi, Ekim Devrimi örneğinin şablonlaştırılmasına karşı bir tutumu da içerir.
Diğer ülkelerdeki sınıf mücadelesi deneyimleri teoride mutlaka içerilmiş olmalıdır ona göre. Çünkü;
“Sosyal demokrat hareket özünde uluslararası bir harekettir. Bu, sadece ulusal şovenizmle savaşmak zorunda olduğumuz demek değil, genç bir ülkede yeni bir hareketin ancak öteki ülkelerin deneyimlerinden yararlanacak olursa başarılı olabileceği demektir de. -Ve yararlanmanın ölçütünü de şöyle belirterek sürdürüyor- Bu deneyimlerden yararlanmak için bunları salt tanımak ya da yalnızca son kararlarını kopya etmek yetmez. Gerekli olan bu deneyleri eleştirici bir tutumla ele almak ve bunları bağımsız olarak sınamadan geçirmektir.”(Lenin, Ne Yapmalı, syf. 35)
Teori, bazen, yerinde olarak “bütün ülkelerdeki işçi sınıfı mücadelelerinin, bunların deneyimlerinin bir sentezi” olarak da tanımlanır. ML bir hareket, savaşımı içinde böylesi bir teoriye sahip olmak zorundadır. Eğer teori böylesi bir senteze tekabül etmiyorsa, muhtemelen şu iki biçimden birine sahip olacaktır:
Birincisi, kendi somutuyla sınırlı, yalnızca kendi özel koşullarını tahlil ederek oluşturulan bir teori ki bu teori, kendi farklı koşullarını hiçbir “genelleme”ye sığmamacasına abartarak, kendi dışındaki tüm deneyimleri “yerel” görerek, örneğin bir zamanlar çokça rastlandığı gibi ‘Türkiye’ye özgü sosyalizm”, “Afrika’ya özgü sosyalizm” türünde sonuçlara varacaktır.
İkincisi ise, kendi somutunu yadsıyarak, yalnızca dışındaki somutlukların ve deneyimlerin bir ürünü olan, yalnızca yazılmış oldukları döneme kadarki deneyimleri içeren teorilerle yetinilmesidir. Ki bu da, ülke gerçeklerinden kopuk olacağı için, kendi somutunda sınıf mücadelesinin gereksinimlerine yanıt vermeyecek, kelimenin tam anlamıyla “soyut” kalacaktır.
Proletaryanın egemen sömürücü sınıfların son temsilcisi burjuvaziye karşı yürüttüğü kavga, ardında kesin dönemeçler, büyük deneyler, kahramanlar bırakarak ve her gün hayatın canlı pratiği içinde gelişip yetkinleşerek devam ediyor.
Geride bırakılan yıllar bu mücadeleye Ekim ayında özel bir yer kazandırmıştır. Proletarya, nice zaferler arasında en büyük iki zaferini bu ay içerisinde kazanmıştır. 1917’de emperyalist-kapitalist cephe yarılıp ilk gedik açılıp, dünya halklarına sosyalizm çağının geldiği müjdeledi.
Marks ve Engels’in 1848 yılında yazdıkları Komünist Manifesto’nun sadece bir ütopya olmadığını, 1871 yılında Fransız işçi sınıfı ve yoksulları ilan ettikleri Komün’le göstermiş oldular. Komün, burjuva iktidarların sonsuza dek yaşamayacağını kısa ömrüne rağmen göstermiş oldu.
Lenin, sınıf mücadelenin tüm tarihsel deneylerinden çıkardığı dersler ışığında “her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur” teziyle, işçi sınıfının, köylülüğün, kadınların ve ezilen ulusların tek kurtuluş yolunun sosyalizmde olacağını sadece yazmakla kalmadı, bu evrensel Marksist-Leninist (M-L) teorinin rehberliğinde, Rusya’da Çarın devrilmesiyle ikinci defa göstermiş oldu.
1917 Şubat devrimiyle Çar otokrasisinin yıkılması sonucu Rusya da ikili bir iktidar ortaya çıktı. Şubat devriminden sonra yani Burjuva Demokratik Devriminden sonra Sosyalist Devrimin gerçekleştirilmesi için Lenin önderliğinde Bolşevikler işçi sınıfı içerisinde yoğun bir propaganda ve örgütlenmeye giriştiler. “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganıyla Bolşevikler, 25 Ekim’de silahlı bir ayaklanmayla iktidarı burjuvaziden alarak Sosyalist Devrimi gerçekleştirdiler.
O günden bugüne göstermiştir ki M-L’ler ne herhangi bir modelin taklit edilmesi, ne de sübjektif bir “merkez”in takipçisi olarak ele almazlar. Böyle bir ele alışın yarattığı sonuçlar ortadadır. Şablonculuğun bu biçimi, kaçınılmaz bir biçimde iflah olmaz bir oportünizmle sonuçlanmak durumundadır. Lenin’in belirttiği gibi, her formüle kolayca imzasını atan ve onu aynı kolaylıkla terk eden bir tutum ancak böyle tanımlanacaktır.
Bugüne değin gerçekleşmiş her devrim, aynı zamanda şablonculuğa, dogmatizme, inkârcılığa karşı, Marksizm-Leninizmin yeni zaferleri demekti.
Devrim ancak Marksist-Leninist ideolojinin yol göstericiliğinde ve ancak Marksizm-Leninizmin ülke koşullarına doğru bir biçimde uygulanabilmesiyle gelişip zafere ulaşabilir. Ekim Devrimi her şeyden önce bunu kanıtlamıştır. Menşevikler karşısında Bolşeviklerin zaferinin anlamı budur.
Bugün kimileri, başta Sovyetler Birliği olmak üzere, sosyalist ülkelerde yaşanan sorunları, Ekim Devrimi’ndeki “hatalar”a, politikalarına bağlamaya çalışıyorlar. Tarihsel gerçekler çarpıtılmaksızın böylesi sonuçlar çıkarmak mümkün değildir. Ve mümkün olmadığı içindir ki, oportünizm-revizyonizmin her türü, Ekim Devrimi’nin geliştiği koşullar ve oluşum biçimi de dahil olmak üzere, tarihi çarpıtarak başlıyorlar işe.
89-90 yılları sosyalizmin yenilgi yıllarında bu çarpık anlayiş sahipleri için bir fırsat oldu. Ama yenilen salt Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa Halk Cumhuriyetleri değildi. Yenilen bir bütün olarak dünya sosyalistleriydi, anlayamadıkları, anlmak istemedikleri buydu. Halbu kı yenilgi bizim bir parçamızdı. Biz de o yenilgiden bir parçaydık. Oysa bu gerçekliğe yabancılaşmış bir tavrın egemen olduğu bir durum söz konusuydu. Bu durum ileri ki yıllarda kendini her boyutuyla daha fazla hissettirdi ve bir yabancılaşmayıda beraberınde getirdi. Zira, sahiplenilmeyen, bizimdir denilmeyen bu yenilgi, devrimciler onu ne kadar sahiplenmese de geniş halk yığınları nezdinde ve gerçekte bizimdi. Cevabını bilmediği sorularla karşılaşan çocukların gözlerini bir başka tarafa çevirip, aniden ilgisiz, bambaşka bir konuya atlamasındaki masumluktaydı bu kaçışımız belki. Her şey kendi dışımızdaydı. Bize ait olmayan bir olgu olarak görüyorduk, gördük. Bu yenilgiyi kabullenememenin ruh hali içerisinde, onu yok saymayı tercih ettik.
Oysa insanlık tarihi boyunca, ezilenlerin yüzlerce, binlerce yenilgisi, bizim denilerek, insanlığın özgürlük mücadelesinin bir parçası olarak sahiplenilmiştir. Çünkü yenilgileri olmayanların zaferleri de olmaz. Ve yenilgileri büyük zaferlere taşımanın tek yolu da onları içtenlikle sahiplenmektir. Modern anlamda sosyalizm mücadelesiyle başlayan tüm yenilgiler de, bu yanıyla sahiplenilmiştir. 1848 devrimi yenilmişti, ama bizimdi. Paris Komünü yenilmişti, bizimdi. Spartaküsler yenilmişti, Yunanistan, İspanya, Macaristan devrimleri yenilmişti, bizimdi. Ama 70 yıllık sosyalizm deneyimini temsil eden Sovyetler Birliği yenilmişti, bizim değildi. Doğu Avrupa Halk Cumhuriyetleri yenilmişti, bizim değildi. Arnavutluk yenilmişti, bizim değildi. Latin Amerika gerilla hareketleri birer birer silah bırakıyordu, yenilgileri bizim değildi. Yıkılan sosyalist cumhuriyetlerin, silah bırakan gerilla hareketlerinin onurlu geçmişi sahipleniliyor, ama yenilgileri sahipsiz bırakılıyordu. Yenilenler revizyonistlerdi, onlar zaten sosyalist değillerdi, vs. Hatta birebir çizgileri örtüşen ülke devrimlerinin yenilgileri dahi bizim yenilgimiz diye sahiplenilmedi. Yani, hadi Sovyetleri revizyonist görenler bu yenilgiyi sahiplenmedi diyelim, Arnavutluk’u örnek gösterenler de, onun yenilgisini sahiplenmedi. Arnavutluk yenilince onlar dahi buna, bizim yenilgimiz diyemediler. Sanki kaybeden halk yığınları değil de, sosyalizmi çoktan terk etmiş ve emperyalist sistem içerisinde kendilerine tutunacak dallar, yaşamlarını daha rahat sürdürecek koylar arayan bir avuç bürokrat ve revizyonistti.
Oysa onların zaten sosyalizm diye bir dertleri yoktu ve tüm yanlışlarına ve hatalarına rağmen sosyalizmin mevzileri olan bu ülke devrimlerinin yenilgisi, -kendilerini ne kadar dışında da görseler- ilk önce ve en çok sosyalistlerindi. Yenilgimize sahip çıkamadığımız içindir ki, halk yığınları nezdinde başı dik sosyalistler olamadık. Yükseliş dönemlerinde, prestijli günlerinde sahip çıktığımız, olumluluklarına, güzelliklerine, değerlerine bizim dediğimiz sosyalizm deneyimlerinin, yanlışına, yıkılışına, kötü günlerine sahip çıkamadık. Birbiri ardına çöken sosyalist ülkelerin geride bıraktığı enkaz, sahipsiz ve terk edilmiş ortada dururken ve geniş halk yığınlarının gözleri bize çevrilmiş, ne diyeceğimize, ne yapacağımıza bakar, bizi izlerlerken; bu yenilgiyi yaşayan ordunun geride kalanları değil de, büyük zaferlerin komutanı edalarıyla, bakmaktan rahatsızlık duyduğumuz bu enkaza şöyle yan gözle bir bakıp, başımızı başka tarafa çevirdik ve zafer sloganları attık. Sahipsiz kalmış bu yenilginin olmayan komutanlarını revizyonistlikle, oportünistlikle suçladık. Böylece bu yenilginin sonuçlarından muaf kalacağımızı sandık.
Yaşanan yenilginin sebebi Ekim devriminin yapılış biçimimiydi?
Sorunların kaynağı ne Ekim Devrimi’nin gerçekleştiriliş biçimindeydi. Kaynak, revizyonizmin ekonomi politikasında, kültür devrimini ele alışında, enternasyonalizm anlayışında, dış politika alanındaki ilişkilerinde aranmalıdır. Ve esas olarak söylenmesi gereken şudur ki; yaşanan sorunlar Marksizm-Leninizmin değil, Marksizm-Leninizmin doğru ve yaratıcı bir tarzda kavranıp uygulanamamasının iflasıdır.
“Mahkum” olan, dogmatiklikten inkarcılığa uzanan bir çizgide Marksizm-Leninizmden sapılmasıdır.
ML’lerin görevi, Ekim Devrimi’nin açtığı yolda, onu şablonlaştırmadan ama onun evrensel derslerini de yadsımadan, emperyalizmin baskı ve şiddetini artırıyor olmasının, sosyalist ülkelerde yaşanan sorunların çokluğunun devrimci bilinci dumura uğratmasına izin vermeden, değişen ilişki ve çelişkiler ışığında Marksizm-Leninizmi derinleştirip geliştirerek, devrim yolunda kararlılıkla yürümektir.
Ekim Devrimi, dün olduğu gibi bugün de, işçi sınıfının, ezilen dünya halklarının kurtuluşunun ışığıdır. Ve yarın da sınıflar mücadelesinin doruğunda parlamaya devam edecektir.
Bugünde emperyalizm yeni bir kriz dalgasıyla sarsılıyor. Tüm dünyayı sarsan krizler ve savaşlar, güç ilişki ve çelişkilerinin yeniden tanımlanmasını zorunlu kılıyor. Fukuyama’nın tarihin sonunu ilan etmesinin üzerinden neredeyse çeyrek asır geçmesine rağmen çelişkiler hiç de azalma eğilimi göstermiyor. Aksine küçük bir çelişki bile amansız bir paylaşım mücadelesine dönüşebiliyor. Bölgesel, yerel düzeyde başlayan çelişki ve çatışmaların, kısa bir süre içerisinde tüm dünyayı sarmalına aldığını da zaten hep birlikte görüyoruz. Emperyalizm yeni krizleri tetikliyor.
İçinden geçmekte olduğumuz süreçte, emperyalist politikaların her gün yeni bir boyut kazanarak ekonomiden siyasete, sanata kadar hemen her alanı azami ölçüde etkilediği bilinen bir gerçek. Ekonomik, siyasi, askeri egemenliğini hemen her kıtada ve her ülkede işbirlikçileri aracılığıyla pekiştiren emperyalist saldırganlık siyaseti bizler açısından anti-emperyalist devrimci görevlerimizi çoğaltıyor. Emperyalist bağımlılaştırma ve köleleştirme çağında, Leninizmin evrensel tezlerinin öğreticiliğinde, günümüze uyarlamak zorunda olduğumuz Marksist-Leninist mücadele ve örgüt anlayışı konusunda net bir düşünce ve eylem tarzına sahip olmak öncelikler arasında birinci olandır.
Bugün de emperyalizmin yönelim ve taktiklerini karşılayıp geri püskürtecek örgüt anlayışı, mücadele yöntem ve taktikleri açısından netiz. Bu ana halkadan sıkıca kavramayı bilenlerin, süreç özgünlüğünde talepleri karşılayacak bir düzey yakalamalarının önünde hiçbir engel yoktur. Marksist-Leninist öngörü ve gelecek projesinin pratik gereklerini sabır ve kararlılıkla, kesintisizlik içinde ele almayı hedefleyenlerin önünde tek bir yol vardır: Gözlerini ufka ve zafere dikmek.
Büyük usta Lenin’in “emperyalizm kapitalizmin çürümüş, yozlaşmış, asalaklaşmış en yüksek aşamasıdır” tahlili değerinden hiçbir şey kaybetmiş değil. Ve yine, emperyalizme karşı mücadele üzerine görüşleri bugün hala yolumuza ışık tutuyor.
Emperyalizmi derinden sarsan büyük Ekim zaferinin yüzüncü yıldönümünde, Bolşeviklerin önderliğinde bu zaferi yaratan Sovyet halklarının “imkansız”ı nasıl başardıkları konusunda, bu destansı mücadelenin zengin deneyim ve birikimlerine, emperyalizme karşı mücadele ve devrim görevimizin gereği olarak bir kez daha ve özenle eğilmek gerekiyor.
İşçi sınıfı ve emekçi yoksul halkların daha fazla köleleştirilmeleri için, günden güne şiddetini artıran sömürü ve baskı politikaları, emperyalizmi ve işbirlikçi uşaklarını hak ettikleri yere, tarihin çöplüğüne gönderme potansiyelini çoğaltıyor, güçlendiriyor. Dünya halklarının ezici çoğunluğunun her gün daha çok yoksullaşması, hak gasplarının yoğunlaşması, baskı ve katliam politikalarından bir an bile geri durulmaması ve emekçilerin umutlarının dahi yok edildiği bir yaşama mahkûm edilmeleri bunun işaretleridir. Sömürü düzenine karşı, işçisi, köylüsü, memuru, öğrencisi, küçük esnafıyla içten içe artan bir biçimde tepki duymayan, isyanını bir biçimiyle ifade etmeyen neredeyse tek bir insana rastlanmıyorsa, nedeni bu yolsuzluk, gasp ve talan düzenidir.
Faşist diktatörlüğün tüm güç gösterilerine, tehditlerine, medyayı sonuna kadar kullanarak çizmeye çalıştığı “her şey yolunda” tablosuna rağmen böyledir bu.
Ardımızda bıraktığımız yüzyılda, bir halklar hapishanesi olan Rusya’ da, Ekim Devrimi’yle birlikte kurtuluşun, özgürlüğün ve kardeşliğin kıvılcımını yakan meşale, yeni yüzyılın devrimlerini de tutuşturmak üzere aynı kızıllıkta yanmaya devam ediyor.
Dünyanın mazlum halklarının kaderini elinde tutmak için zorbalıkta sınır tanımayan, yoksul halkın çocuklarını buzhanelere hapseden emperyalist terör var oldukça da, bu kızıl meşale Ekim kıvılcımını dünyanın dört bir yanında yaymaya, halkların içini ısıtmaya devam edecektir.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde, emperyalizme karşı ortaya konulan tepkiler, eylemlilikler, gittikçe kabaran anti-emperyalist öfke önemli göstergelerdir. Bunlar, başta ABD olmak üzere emperyalist efendilerin ve işbirlikçi uşaklarının dikensiz gül bahçesi yaratma çabaları karşısında, bu yoğun sömürü ve zorbalık karşısında ezilen halkların eli kolu bağlı, çaresiz kalmayacağının belirtileridir. Marksist-Leninist öğretinin gerekleri politik-pratik bir bütünlükte kavrandıkça, devrimci güçlerin sübjektif durumlarına bağlı olarak öncülük misyonlarını yeterince yerine getirememeleri sorunu aşılacak ve ufukları yeniden büyük kazanımlara doğru genişletecek dinamizm kazanılacaktır.
Emperyalizme ve faşist düzenin saldırılarına karşı devrimci muhalefet potansiyelinin bulunduğu her yerde direniş ve mücadele odaklarının yaratılması şiarımız olmalıdır.
Devrimci-demokratik muhalefete dört bir yandan saldırının avantajlarını kullanmak isteyen faşist diktatörlüğün karşısında, dört bir yanda mevzilenerek direniş hatları örmek, Kürdü, Türkü, Lazı, Süryani, Alevlisiyle, işçi-köylü-memur-öğrenci, kadınıyla tüm emekçi halklara, gırtlağına yapışmış elleri söküp atması için bilinç ve güç kazandıracaktır.
Öfkesi günden güne kabaran halkın haklı tepkilerini örgütlemeyi bilenler, doğru hedefe yönelerek ve zamanında bu gücü akıtabilenler bu ölü toprağının da nasıl silkelenip atıldığını görecek ve göstereceklerdir.
Öğretmen Lenin’in mütevazı öğrencileri olarak Ekim devriminin yüzüncü yıldönümünde, bu yeni yüzyılda da yeni Ekim’lerle yine devrim ve yine sosyalizm diyebilmenin cüretini göstermek durumundayız.
Ekim Devrimi’nin öğretileri ve devrimci ruhuyla, bu yüzyılda da emperyalizmin karabasanı olmaya devam edeceğiz.