14 MAYIS SEÇİMİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Öncelikle 14 Mayıs seçimlerine ilişkin yaptığımız açıklamada şöyle bir giriş yapmıştık; “İçinden geçmekte olduğumuz zorlu sürecin yaşanacak seçimle hafifleyebileceğini, ya da bir ferahlamanın yakalanabileceğini düşünenler küçümsenmeyecek bir oranda. Bu süreçte seçime yönelik eleştiri, ya da başka yol gösterenler adeta linç ediliyor. Ancak bunlarla zaman kaybeden değil, asıl olarak seçimin ertesi gününe hazırlanmak gerekiyor. Hangi klik kazanırsa kazansın, ezilenlerin payına yine düşecek olan baskı ve faşist saldırıların artacağı ve toplumda bir umutsuzluk yaşanacağı kesin.

Ama bizler tüm bunlar karşısında, doğru bildiğimiz yolda yürümekten vazgeçen, ya da geri adım atan, popülist politikalar peşinde sürüklenen hiç olmadık, olmayacağız…”

Seçimler sonucu (!) Cumhurbaşkanlığı ikinci tura kaldı ve parlamentoda oy çalma, hile vb. ne dersek diyelim, faşist AKP ve onun ittifakı olan halk düşmanı Cumhur İttifakı çoğunluğu sağladılar. Daha kötüsü bu dönem oluşan parlamentoda bu ittifakla açıkta kadın düşmanlığı yapan Yeniden Refah ve HÜDA PAR yer buldu.

Her şeyden önce şunu iyi belirlemeliyiz, Stalin’in de dediği gibi; “Oyları kimin verdiği değil kimin saydığı önemlidir”, dolaysıyla seçimde yer alan tüm parti ve kurumlar bugüne kadar yaşanan tüm kuralsızlıkları, hırsızlıklara yaratılanlara bolca vurgu yapmasına ve tedbir aldıklarını açıklamalarına rağmen yaratılan psikolojik yıpratma (itirazlarla tekrar tekrar sandıkların sayılması) karşısında çöktüler, bu konuda da sınıfta kaldılar.

AKP-MHP faşist kliğinin hiçbir yasa kural vb. tanımadığını her fırsatta herkes ifade ediyor, vurguluyor. Ama teorik olarak bu ifade edilirken onun başında olduğu ve onun atadığı kurumlara bırakırsan o bildiğini okumaktan asla vazgeçmeyecektir. Yani hep vurguladığımız yasada, hukukta faşizmin ihtiyaç duyduğu ne ise yasa ve hukuk odur.

Kuşkusuz bu seçimler ve tekrarlanacak Cumhurbaşkanlığı seçimi çokça tartışılacak, konuşulacak, üzerine bolca tahliller yapılacak. Ama tüm bunları yaparken suçlu arama yerine herkes kendisiyle yüzleştiği oranda doğru sonucu çıkarır ve dersler alır.

Gidilen seçimlerde sistemin savunucuları İki klikte birleşmişlerdi. “Cumhur İttifakı”, altılı masa denen “Millet İttifakı”. Ve sağ cenahta oluşan “Ata İttifakı” bunların dışında ise sol, sosyalist ve Kürt özgürlükçülerinin içinde yer aldığı “Emek ve Özgürlük İttifakı”, diğeriyse “Sosyalist Güç Birliği” daha öncede ifade etiğimiz gibi bu sol yelpazede yer alan iki ittifakın ayrışması her nekadar birbirini sokağa yönelik olmamakla eleştirirken, seçime endeksli ittifak olmakla suçlarken aslında sorunun bu değil Kürt sorunu karşısındaki tutum olduğu bizce açık ortadaydı. (☆) Seçim gündeme geldiği gibi bu tartışma bir yana bırakılıp seçim ittifakı olarak kendisini lanse ettiler.

Sözü çok uzatmadan öncelikle şunu bir kez daha ifade etmek gerek, bir bütün olarak mücadeleden uzak olanlara hapsedilmiş birliklerin- ittifakların, ya da protokol olmaktan öteye gitmeyen kapalı salonlarda poz verilerek ilan edilen ittifakların mücadeleye bir katkısının olmadığı ne yazık ki yine görülemedi. Gerçek anlamda ittifakların sokaklarda, alanlarda olması gerektiğini bir kez daha altını çizmek gerekiyor ve bu oluşumların gerçek bir değerlendirme ve ortaya çıkan sonucun muhasebesini yapmak durumunda. Diğer yanda toplumsal karşılığı olmayan adaylar ve kendi kitlelerince kabul görmemesi de göz ardı edilemez.

Ayrıca TİP’in kendini beğenmiş şımarık tutumunu bir yana bırakırsak, özellikle Kürdistan’da sokak röportajlarına yansıyan sol ve Türkiye devrimci hareketini suçlayan yaklaşımlar bir bütün olarak sola mal edilemez, ya da sonuca gerçekçi yaklaşma yerine “suçlu” bulup kendini rahatlatmak tür bir yaklaşım kimseye bir şey kazandıramaz. Herkes dönüp “ne dedim ne yaptım, ortaya çıkan sonuç nedir” değerlendirmesini yapmak durumunda.

Sonuç olarak birkaç noktaya vurgu yapmakta yarar var.

Örneğin geçirdiğimiz 1 Mayıs’ta emekten yana, sınıfın temsilcisi oldugunu söyleyen tüm sendikaların söylemi neydi? “Bu son yasaklı 1 Mayıs, gelecek yıl 1 Mayıs’ı alanında (Taksimde) kutlayacağız’’. Özünde ne demek istiyorlar; “haklar mücadeleyle kazanılmaz, yapılacak seçimi bekleyin, seçimle sistem değişecek o zaman haklarınıza kavuşacaksınız.” Yani umut mücadelede değil seçimlerde. Kendi görev ve misyonunu düzene ve onun temsilcilerine havale eden bir sınıf örgütü olduğunu iddia edenlerin tablosu.

Öncelikle toplumu suçlayanlar, ya da suçlu ilan edenlere şunu söylemek gerekiyor, toplum gerçeğinden bir habersiniz. Mendereslerle başlayan ve 12 Eylül askeri faşist cuntasıyla devam eden ve 21 yıllık faşist İslamcı AKP ve sonra onunla yedeklenen MHP ile Türk İslam senteziyle beyinleri dumura uğratılan bir toplum ve sürekli yarattıkları kutuplaştırma, işte böyle bir toplum ortaya çıkarıldı. Bunun için her fırsatta ülkemizin faşizmle yönetildiğini ama 12 Eylül askeri faşist cuntasıyla faşizm kurumlaştırıldı diyoruz. Yılların gerici, yobaz faşist ideolojiyle zehirlenen toplum işte bu hale getirildi.

Diğer bir nokta, yaşanan deprem katliamı ve bu katliamın yaratıcılarının bu bölgede aldığı oy oranı karşısında adeta o insanları suçlayan yaklaşımlar söz konusu.

Deprem bölgesinde AKP’nin önde çıkmasının yarattığı şaşkınlık, deprem bölgesinde günlerce ortada olmayan devletten önce deprem bölgesine koşan, halkların dayanışmasını sağlayanların ilerici devrimci kurumlar ve bir kısım burjuva muhalefet partileri oldular. Ama seçimde böyle bir sonuç çıktı. Eğer burada sorunu salt deprem süreciyle açıklamaya kalkarsak doğru bir sonuca varamayız.

Bir kez daha şunu gördük, bu bölgelerde ağırlıkla Türk İslam sentezinin kuvvetli olduğu ve toplumun kutuplaşmasında en güçlü kesimlerin ağırlıkta olduğudur. Yıllardır uygulanan politikaların bu bölgede toplumsal temelinin çok güçlü oldugunu göz ardı edersek yanlış sonuca varırız.

Yılların Türk İslam sentezi temelinde işlenen ideolojisinin hiçte öyle kolay değişmeyeceğini yaşam bizlere bir kez daha göstermiştir. Bunu böyle okumak, değerlendirmek bizi doğruyu yakalama yollunu da sağlayacaktır. Kendi kafamızda yarattığımız bir varsayım “bu kadar büyük bir deprem olduğuna göre halk bu kadar büyük bir yıkım içerisinde olduğuna göre, böyle bir gerçeklik varken, nasıl olurda bunun yaratıcıları en yüksek oyu alıyor’’ değil mi?

Sonuç olarak halklar üzerinde yaratılan sahte özgürlük umutları büyük bir yıkıma, umutsuzluğa sahne olduğunu kimse inkar edemez. Dolaysıyla bunu yaratanlar bunun bir muhasebesini yapmak ve kitlelere özeleştirel bir yaklaşım içinde olmak zorunda.

Diğer yanda, sistemin krizi devam ediyor, edecek. Onların seçim oyunlarında ezilenlere sağlayacağı bir özgürlük, refah yok, olmazda. Faşist sistem ve onların temsilcileri arasında çatışma da devam edecek. Onlar arasındaki bu ikiye yarılma çatışmasında taraf olan değil, kendi geleceğimizin mücadelesini örgütlemeliyiz.

Ülkemizde hiçbir dönem seçimler refah ve özgürlüklerin sağlayıcısı olmadığını iyi biliyoruz. O zaman bizler kendi özgürlük ve eşit yaşam mücadelemize daha sıkı sarılmak ve geliştirmek zorundayız. Emekçiler cephesi için değişen bir şey yok, yaratılan sahte umutlara bel bağlamadan yolumuza devam etmek zorundayız. Bizler çok iyi biliyoruz ki, tarihte hiçbir dönem faşizm mücadelesiz alt edilememiştir.

Ortaya çıkan sonuçlarda bizler açısından da çokça dersler çıkarılacak bir imkan sağlamaktadır. Bunu başardığımız oranda bu yaratılmak istenen umutsuzluk ve çaresizlik ruh halini parçalayıp umudun yaratıcısı ve zafere taşıyanı olacağız.

16 Mayıs 2023

()Bu konuda ittifak tartışmalarına katılıp sokağa yönelik olmadığını seçim endeksli oldugunu ifade edip çekilen Halkevleri tutarlı bir duruş sergilediğini ifade etmeliyiz…

Önceki İçerikSEÇİM , HALKA NE VAADDETTİ NE VERDİ ,?
Sonraki İçerikONLAR İNANÇLARIYLA BAYRAKLAŞTILAR