14 mayıs pazar günü ülkemizde bir seçim gerçekleşti. Her seçim döneminde olduğu gibi ittifaklar , koalisyonlar halkın içinde vaatler vs birbirini kovaladı. Milliyetçilerin büyük çoğunluk Cumhur ittifakı adı altında kümelenirken biraz daha “özgürlükçü milliyetçiler” Millet ittifakı adı altında birleşti.
AKP, MHP öncülü Cumhur ittifakını, CHP öncülü 6 lı masa (sonra 7’li ) ve Ata ittifakı adı altında Sinan Oğan öncülü ittifaklar ortaya çıktı.
Parlamenter sistemin Sol partileri de Yeşiller ve sol gelecek adı altında Emek demokrasi özgürlük bloğu temasıyla ittifak kurdular. Nihayetinde çalışmalara başladıklarında aslında sistemin siyasetine entegre olunan alışılmış görüntüler ortaya çıktı. Halkın bir kısmı ” Kılıçdaroğlu özgürlük vadediyor umut var ” söyleminin hengamesine kapılarak ve AKP’den kurtulmak adına CHP’yi işaret ettiler.
Yeşil ve Sol gelecek ittifakı biraz daha Sosyalist söylemlerle Kürt özgürlükçü temelde bir blok çalışmasıyla amaçlarını ortaya koydu.
Nihayet seçim günü gelip çattığında 20 yıldır olduğu gibi ya AKP ya CHP denilerek bütün siyasi atmosferi 2 parti arasına sıkıştırabilecek argümanlar ortaya kondu ve kafa kafaya bir seçim oranıyla %49,50 AKP Erdoğan, %44,89 ile CHP Kılıçdaroğlu seçimi 1. Turda geçemediler.
Ancak gözlemlenen bir gerçek var ki AKP Milletvekilliğinde %35’lerde kalabildi. Asıl mesele bunlardan daha başka. Bu hengamede sol ne vadetti? 1. Tur da Kılıçdaroğlu seçilmiş olsaydı bu vaat edilen özgürlükler ve temel kazanım olarak görünenlerin belki bir kısmı AKP baskıcı rejimine karşı biraz rahatlatmış olabilirdi ancak kalıcı bir çözüm olamazdı. Sorun oy vermek ya da cumhurbaşkanı seçmekten çok daha öte, sorun bir sistem sorunu olduğu ve çözümününse devrimde olduğudur.