Emperyalist güçlerin, bölgesel aktörlerin ve Türkiye’nin sahadaki taşeronlarının Rojava’yı hedef alan manevraları; yalnızca Suriye’de değil, tüm Ortadoğu’da demokratik geleceğe dönük bir saldırıdır. İdlib’te eğitilip Şam’a yerleştirilen Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) tipi cihatçı yapılar, Ankara’nın stratejik kullanımı, ABD’nin dalgalı tutumu ve İsrail’in bölgesel çıkar odaklı hamleleri; Rojava deneyimini tasfiye etmeye yönelik çok katmanlı ve koordineli bir saldırı çabasının parçalarıdır.
2012 sonrası Suriye sahasında oluşan boşluğu, Rojava halkları kendi özsavunmalarıyla doldurdu. YPJ/YPG, SDG ve yerel meclislerin öncülüğünde inşa edilen çok-etnikli, kadın öncülüğünde ve tabandan demokratik özyönetim modeli; bölgedeki ezilen halklar için hem yaşamı koruyan hem de politik bir ufuk açan bir deneyim oldu. Kobane direnişi ve IŞİD’e karşı kazanılan zaferler bu modelin meşruiyetini perçinledi.
Son dönemde Ankara cephesinin söylemi ile HTŞ yönetiminin açıklamaları birbirini tamamlıyor: Rojava’yı “bölünme” söylemiyle kriminalize et, SDG’yi “tam temsil etmiyor” diyerek gayrimeşru göster, ardından “güvenlik” bahanesiyle gerilimi kışkırt. Hakan Fidan’ın “Şam ve YPG’ye şans tanıyoruz” sözleri ile Colani’nin “bölünme Türkiye’yi etkiler” çıkışı, aynı politikanın iki yüzü. Bu ikiyüzlü dil, sahada çatışmayı provoke ederek halkların arasına fitne sokmayı amaçlıyor.
ABD’nin inişli-çıkışlı politikası ve İsrail’in bölgesel güvenlik/milli çıkar hesapları da bu denklemde rol oynuyor. Büyük güçlerin ve bölgesel aktörlerin çıkar çatışmaları, Rojava’nın meşru özyönetim deneyimini pazarlık nesnesi hâline getirmeye çalışıyor.
Colani’nin “SDG bütün Kürtleri temsil etmiyor” iddiası, Kürt siyasetini bölmeye dönük açık bir manevradır. ENKS gibi oluşumların HTŞ’ye yanaşması bunun sahadaki karşılığıdır; ancak ENKS’in sınırlı halk desteği, bu hesapların başarılı olma şansını zayıflatıyor. Arap-Kürt gerilimini kışkırtmak, demografik hassasiyetleri sömürerek özyönetimi boğma amacını güdüyor.
Rojava’nın modelinin asıl gücü, halkların ortak örgütlenmesinde, kadınların öncülüğünde ve yerel meşruiyettedir. Dürziler, Aleviler, Süryaniler ve seküler-demokratik güçlerin (Suriye Ulusal Bloku gibi oluşumlar) yükselen birliktelikleri, HTŞ–Ankara–büyük güçler üçgeninin planlarını boşa düşürecek potansiyeldedir. Rojava’nın demokratik özyönetimi, bölgedeki en meşru kazanımlardan biridir ve halkların kendi kaderini tayin hakkının somutlaşmasıdır.
Rojava’yı hedef alan bu sinsi planlar; bölgeyi daha fazla kan, göç ve istikrarsızlığa sürükleyecektir. Gerçek çözümler, şiddetle, dayatmayla veya dış müdahalelerle değil, halkların kendi örgütlü iradelerinin tanınması, demokratik katılımın sağlanması ve adaletin tesis edilmesiyle mümkündür.
Ankara, HTŞ, İsrail, ABD gibi aktörlerin çıkar oyunlarına karşı tek gerçek savunma, Rojava’nın çok-etnikli, kadın öncülüğünde, taban temelli özyönetim modelini savunmak ve bölgedeki demokratik güçlerin—farklı inanç ve halkların—anti-emperyalist, anti-siyonist ve anti-sömürgeci temelde birlikteliğini güçlendirmektir. Bu, özgür bir Suriye’nin yaratılmasının biricik yoludur.
Rojava’nın haklı, meşru ve hayatı koruyan yönetimi, ancak bu dayanışmayla ayakta kalacaktır. Emperyalist güçler ve onların bölgesel işbirlikçileriyle uzlaşı arayışları; halklara özgürlük değil, yeni acıların kapısını aralamak anlamına gelir.