Güçsüzlüğün ve Çaresizliğin İfadesi Olarak “Birlikçilik”:

 

Marx, Gotha Programı eleştirisini Bracke’ye gönderirken birleşme konusundaki tavrını son derece açık biçimde ortaya koymuştu:

Komünistler, yalnızca ortak düşmana karşı mücadeleyi ilerletecek taktik birliklere açık olmalı; ilkesiz, ideolojik çizgiyi bulandıran ve programdan taviz isteyen birleşmelerden kesinlikle kaçınmalıdır. Lassalle ile yapılan birlik bu nedenle yanlıştı; hareketin tarihsel çıkarlarını zedelemiş, ideolojik netliği flulaştırmıştı.

Bugün Türkiye’de oportünist, reformist ve revizyonist odakların “birlikçilik” adına sergilediği yüksek perdeden söylemler, sınıf mücadelesinin somut ihtiyaçlarından değil; yenilgicilik, öz güvensizlik ve tasfiyecilikten beslenen bir ruh hâlinden kaynaklanmaktadır. Bu girişimler, eşitler arası bir ortaklıktan çok, farklı çizgileri etkisizleştirmeyi amaçlayan bir kontrol mekanizmasına dönüşmektedir. Gerçek tartışma ve pratik dayanışma yoktur; yalnızca “birlik” kisvesi altında tasfiye eğiliminin yeniden üretildiği dar bir siyaset zeminidir.

Tarih, siyasal hesaplarla kurulan ilkesiz yakınlaşmaların kalıcı olmadığını defalarca göstermiştir. Oportünizm, ideolojik netlikten korktuğu için farklı çizgilerin varlığını tehdit olarak görür ve birlik çağrılarını çoğu zaman tasfiyeciliğin örtüsü olarak kullanır. Marksizm ise bu tarz birlikleri çoktan mahkûm etmiştir.

Enerji, oportünizmin aynılaşan tartışmalarına değil; sınıf mücadelesinin dayattığı somut sorunların çözümüne yönelmelidir. Oportünizmin tarihsel zaafı tam da budur: pratikten kopukluk, ideolojik bulanıklık ve dar hesapçılık. Bu anlayış mücadeleyi ileri taşımaz; tıkar, dağıtır ve zaman kaybettirir.

Bugün yapılması gereken, ilkesiz birliklerin cazibesine kapılmak değil; teorik berraklığı, örgütsel netliği ve somut mücadele hedeflerini merkeze almaktır.

Türkiye devrimci hareketinin tarihsel deneyimi, yalnızca dış baskılarla değil, bizzat kendi içinden türeyen tasfiyeci ve yasakçı eğilimlerle de kuşatıldığını göstermektedir. Emperyalizmin devrimci hareketleri parçalama stratejileri karşısında etkili bir taktik geliştiremeyen hareket, zamanla bu anlayışın bir bölümünü kendi içinde uygulayan bir konuma gelmiştir.

On yıllardır süregelen tasfiyecilik artık tarihsel bir olgudur; buna rağmen Türkiye devrimci hareketi bu sürecin karşısında anlamlı bir ilerleme kaydedememiştir. Bu tablo, hareketin temel zaaflarını açığa çıkarmaktadır: düzenden kopamama, yenilgi psikolojisini aşamama, tarih bilincinin zayıflığı, deneyimlerden ders çıkaramama ve kendini sürekli tekrar eden kısır döngülere mahkûm etme.

Sorunlar çoğu zaman derinlikli biçimde tartışılamamakta; siyasal farklılıklar ideolojik mücadeleyle değil, siyaset yasakları, tecrit ve dışlama yöntemleriyle bastırılmaya çalışılmaktadır. Bu yaklaşım, düşmana yönelmesi gereken enerjiyi kendi içindeki farklılıklara harcayan bir darlaşmaya yol açmaktadır.

“Birlik” kavramı da bu süreçte içi boşaltılmış, sahte bir söyleme dönüşmüştür. Birlik söylemi çoğu zaman, kendi çizgisini dayatma ve diğerlerini bastırma girişimine hizmet etmektedir. Böylece, eşitler arası dayanışma yerine örgütler arası bir hakimiyet kurma ve alan genişletme stratejisi ortaya çıkmaktadır.

Bu sahte birlikler: mücadelenin büyümesini engeller, farklı çizgileri bastırır, ideolojik tartışmayı zayıflatır, kolektif karar alma süreçlerini felç eder.

Bu durum, hareket içindeki öz güvensizliğin, ideolojik zayıflığın ve eleştiri-özeleştiri kültürüne duyulan güvensizliğin açık göstergesidir.

Gerçek devrimci dayanışma ise, farklılıkların eşit söz hakkıyla bir arada durabilmesini ve ortak hedefler doğrultusunda kolektif güç yaratılmasını gerektirir. Tasfiyeciliğe, tecride ve siyaset yasaklarına dayanan mevcut yaklaşım, hareketin yaratıcı enerjisini köreltmekte ve toplumsal bağlarını zayıflatmaktadır.

Türkiye devrimci hareketinin yeniden güçlenebilmesi, yalnızca örgütler arası ilişkilerin düzeltilmesiyle değil; aynı zamanda zihniyet düzeyinde radikal bir dönüşümle, sahte birlikçi anlayışların, yasakçı reflekslerin ve tasfiyeci alışkanlıkların terk edilmesiyle mümkündür.

Gerçek birlik, “rakipleri” susturmakla değil; farklılıkları kucaklamak, eşit söz hakkı tanımak ve kolektif güç üretmekle sağlanabilir.

Ve bugün devrimci hareketin önündeki en büyük engel dış baskılar değil, kendi ürettiği bu çarpık birlik anlayışı ve yasakçı zihniyettir.

Bu engel aşılmadıkça, Türkiye devrimci hareketin toplumsal dönüşüm yaratması ve tarihsel rolünü yerine getirmesi mümkün değildir.

Önceki İçerikSeyit Rıza ve Arkadaşları Anıldı: Mezarları Nerede?
Sonraki İçerikDEDEF, ADEF ve DAM’dan Kadıköy’de protesto: “Dersim 37–38’i unutmadık, affetmedik”