10 Mart mutabakatını hayata geçirmek için ikinci kez bir araya gelen Şam’daki geçici yönetim ile Rojava temsilcileri arasındaki görüşmeler yeniden tıkandı. Sürecin durmasıyla birlikte Şam yönetimine yakın medya organlarında, mutabakatın askıya alınmasının ardından Kuzeydoğu Suriye’ye yönelik yeni bir askerî operasyon ihtimalinin gündeme geldiğine dair haberler yayımlanmaya başladı. Bu gelişmeler, taraflar arasında zaten kırılgan olan güveni daha da zayıflattı.
Beşar Esad yönetiminin devrilmesinin yıldönümünde meydanlara çıkan Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’nın liderliğini yaptığı grupların Kürt karşıtı söylemleri sahadaki tansiyonu belirgin biçimde tırmandırdı. Şam müzakerelerinin durmasının hemen ardından cephe hatlarında gözlenen hareketlilik, siyasi sürecin fiilen askıya alındığını ve sahadaki aktörlerin çözüme değil yeni gerilimlere yöneldiğini gösteriyor.
PYD Yürütme Konseyi üyesi Aldar Halil, görüşmelerin Şam’dan hiçbir gerekçe sunulmadan durduğunu belirterek, Şara’nın Washington temasları öncesi ilerleme görüntüsü vermek için bazı adımlar attığını, ancak bu adımların karşılığının gelmediğini ifade ediyor. SDG’nin belirli birliklerle entegrasyonunun kabul edildiği, iç güvenlik güçlerinin İçişleri Bakanlığı’na bağlanabileceği ve genelkurmay başkanlığının Kürtlere verilebileceği gibi konularda uzlaşı sağlandığı belirtilmişti. Buna rağmen Rojava yönetiminin sunduğu 70’i aşkın isme Şam tarafından hiçbir geri dönüş yapılmadı. Halil’e göre Şam, imza atmaktan kaçınarak zamanı oyalama aracı olarak kullanıyor.
Gerginliğin merkezinde ise SDG’nin yaklaşık 70 bin kişilik gücünün yeni kurulmakta olan ulusal orduya nasıl entegre edileceği ve Suriye’nin gelecekte nasıl yönetileceği meselesi duruyor. Kürtler çok-kültürlü yapıya uygun adem-i merkeziyetçi bir yönetim talep ederken, Şara başlangıçta bu konuda yumuşak bir tutum sergilemiş gibi görünse de sonrasında bu pozisyondan geri adım attı ve hem entegrasyon hem de yerel özerklik taleplerine sınırlamalar getirdi. Bu geriye çekilme, müzakerelerin tıkanmasının esas nedenlerinden biri olarak öne çıkıyor.
Bu süreçte Türkiye destekli gruplarla SDG arasındaki gerilim de arttı. Rakka-Tabka yolunun kapanması nedeniyle bölgede ilaç dahil temel ihtiyaçlara erişim zorlaştı. Aynı zamanda bazı kaynaklar, yaşanan gelişmelerin İmralı’da Öcalan ile yürütülen temaslarla paralel ilerlediğini ve Ankara’nın SDG’nin orduya katılması ile Arap bölgelerinden çekilmesi yönünde açıklama yapılmasını talep ettiğini iddia ediyor.
Şam’ın attığı adımların, Halil’e göre, Rojava yönetimine fiilen “Suriye’den ayrılın” demekten farkı yok. Kamışlı Havalimanı’nın, devlet dairelerinin ve kimlik bürolarının kapatılması, yeni doğanların nüfusa kayıt yaptıramaması, okulların ve diplomaların tanınmaması gibi uygulamalar, merkezi yönetimin Kürtleri sistemin dışına itme stratejisinin bir parçası olarak yorumlanıyor. Bu durum, müzakere sürecinin yalnızca siyasi olarak değil, günlük yaşam pratikleri üzerinden de tahrip edildiğini gösteriyor.
Genel tablo, Şam yönetiminin müzakereleri bir çözüm aracı olarak değil, taktiksel bir zaman kazanma yöntemi olarak kullandığını; Rojava tarafının ise tüm olumlu iradesine rağmen muhatabından karşılık alamadığını ortaya koyuyor. Süreç ilerledikçe, siyasi çözüm olasılığı yerine yeni çatışma senaryolarının güçlendiği görülüyor.






