Kürt halkının Kendi kaderini tayın hakkı

“Halka adalet yoksa,

hükümete barış olmasın!” (Emiliano Zapata)

Her ulusun olduğu gibi Kürt ulusunun da kendi ulusal devletini kurma kendi hakkıdır. Lozan’la statüsüz, kimliksiz bırakılan ve dört parçaya bölünen Kürdistan ve Kürt halkı kendi kaderini tayin hakkı ve Lozan’ı yırtıp atması en doğal hakkıdır. Biz M-L düşen görev onun bu talebi için mücadele etmek, desteklemektir.

Ancak Kürt özgürlük hareketi Kürt halkının bu talebini gerçekleştirmek için yarım asırdır sürdürdüğü mücadeleyi Öcalan’ın çağrısıyla silahlı mücadeleyi sonlandıracağını ve kendini feshedeceğini açıkladı. Bu yeni gelişme bugüne kadar olan süreçlerde farklı olarak sürecin adı kona bilmiş değil daha.  Devletin; ‘’Terörsüz Türkiye “dediği Kürt tarafının ise ‘’barış ve demokratik toplum’’ dediği bir süreç. Bununla birlikte mücadelenin yeni evresinin ‘demokratik mücadele ile sürdürüleceğidir. Kuşkusuz ki şu veya bu nedenle “barış” yapma ve savaşı sonlandırma hakkı savaşanların kendi iradesi ve tercihidir. Ancak bu Kürt halkının kendi kaderini tayın hakkı ve belirlemesinin sonu ya da vaz geçmesi demek değildir.

Yukarıda da vurguladığımız gibi ulusal sorun temelinde mücadele edenlerin mücadeleyi farklı kulvara ya da ayrı devlet vb çizgisinde vazgeçmesi M-L’ın ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi temelinde Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı doğrultusunda mücadeleyi sürdürmeyeceği anlamına gelmez.  

Ancak burada bir iki noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Bugün yaşanan cihatçı faşist baskı ve yasa, anayasa tanımayan adeta darbe ile ülkeyi yöneten bu sistem içinde nasıl demokratikleşecek ya da barışçıl temelde hangi demokrasi mücadelesi? Kürdistan’da ki kayyumlar, soykırım operasyonları, Rojava da ki katliamlar ortada. İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla toplumda biriken öfke ve öğrenci gençliğin alanlara çıkması karşısında uygulanan devlet terörü. Ya da toplumsal mücadeleler tarihinde faşizme, diktatörlüğe karşı onun zoruna karşı zor kullanılmadan barışçıl bir başarı varımdır?

 Ya da sürece yüklenen anlam ve biçilen rol karşısında cihatçı faşist AKP-MHP şer cephesinin kullandığı dil ortada. Faşist şef Erdoğan; “Sözler tutulmaz, süreç bir şekilde oyalama, savsaklama, göz boyuma, isim değiştirip bildiğini okuma gibi şark kurnazlıklarına evrilmeye çalışılırsa günah bizden gider! Gerekiyorsa taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayız” derken diğer faşist şef Bahçeli dalga geçercesine; “bir an evvel kongresini toplayarak fesih kararı alması” ve silahlarını teslim etmesi gerektiğini söylerken 4 Mayıs tarihini ve kongrenin toplanma yeri olarak da Muş’un Malazgirt ilçesini öneriyor. Ancak Bahçeli Kür siyasal cephesinde ki her açıklamayı da alkışlamakta geri kalmıyor.

“Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.”

Bu ifade edilenler sadece Kürt ulusu için mi geçerli? Doğrusu yanlışı bir yana bu genel bir doğruysa o zaman şunu sormak gerekmiyor mu; ‘Büyük devlet yada güçlü Türkiye neyin cevabı oluyor?

Ya da Kuzey Irak’ta ki özerk yönetim için ulusal birlik çalışmasında bunda vaz geçmeleri talep edilecek mı? Rojava’da talep edilen statü ne olacak? DAİŞ artığı HTŞ ile yapılan anlaşmalar ve başak bir parça için istenen ya da talep edilen Kuzey Kürdistan için mi sadece zararlı oluyor?

Tüm bunları bir kenara bırakırsak bu süreçle birlikte Kürt siyasal cephesinde ki açıklamaları anlamak ya da bir yere oturtmak mümkün değil.

“Türkiye bu sürece önderliğin başlatmış olduğu sürece tabi olmak zorunda zorundadır diyorum, mecburdur diyorum. Bu temelde çözerse Türkiye fazla zarar görmez, hata karlı çıkar. Yoksa bölgedeki gelişmeler ve uluslar arsı güçler Türkiye’yi de parçalarlar. Yok bizimle çözmesen başkasıyla çözerse birkaç yerde Kürt devleti kurulur.” Farklı şekillerde de olsa öz olarak herkesin dilendirdiği budur.

Onlarca isyan, ödenen bedeller hepsi Kürt halkının sömürgecilere karşı kendi kaderini tayin etmek için değilmiydi? O zaman ortaya çıkan momente Kürt halkının kendi devletini kurmasının kötü yanı nedir? ya da neden bundan rahatsızlık duyulmaktadır? Kuruluşunda beri haklara özgür bir yaşam değil baskı, katliam, işkence, yokluk yoksulluk dışında bir şey sağlamayan emperyalist haydutların uşağı ve bir avuç sömürücünün devleti olan bu devletin çökmesi neden istenmiyor? Bu kimin çıkarını savunmak anlamına geliyor? Bu devlet kimin devleti?

Bu gelişmeler özünde Kürt halkının Türkiye devriminden koparılarak düze ne entegre etme çabalarına hız verildiği bir gerçeklik. Bölgede ki çelişki ve çatışmalar karşısında bölgenin en örgütlü gücü olan Kürt özgürlük mücadelesi sisteme entegre etme çabasındalar. Bölge ve ülkede emperyalist haydutlar ve faşist iktidarın kendi politikalarını hayata geçirmede Kürt dinamiği yanına alınmak istiyor, bunun başarılamadığı oranda en azında Gezide olduğu gibi tarafsız bırakma çabasında. Ki tecridin devam etmesi PKK’nın ateşkes ilan etmesine rağmen saldırıların devam etmesi vb niyetlerini daha iyi ortaya koymakta. Dün Kürdistan ayaktayken batının sessizliği -devrimcilerin cılız sesi dışında- bugün batı ayakta Kürdistan batıdaki gelişmeler karşısında sesiz. Ne yazık ki bir türlü aşamadığımız en büyük handı kapımız bu durum. Bu süreçte, dostane eleştirilerle bu gerçekliğin görülmesi ve ülkedeki gelişmeler dogrultusunda bu dinamiğin faşist sistem karşısında toplumsal muhalefetle bütünleşmesi gerektiği gerçekliğini ifade etmekte ısrarcı olacağız. Başta Kürt halkı olmak üzere ezilen halkların ortak mücadelesi ve gerçek kurtuluşun demokratik halk devrimiyle sağlanacağı gerçekliği ile birlikte mücadeleyi esas alan bir anlayış içinde olacağız.

Bu son durum karşısında solun bir kasımı; ‘tasfiyecilik, teslimiyet’ vb derken hemen arkasına bir aman ekliyor. Bu ‘barış ve demokratik toplum’ perspektifinde yapılan ulusal demokratik hareketinin demokratik taleplerini sahiplenerek birlikte inşa edeceğiz’’ vb vb söylemleriyle aslında Kürtleri üzerinde elde edilen millet vekilliği ve benzeriyle tam bir Pragmatizme düşmekteler. Ancak bu kesimler Sol Parti, TKP, TİP, EMEP vb yasal, reformist kesime gelince en üst perdede faşizm koşularında yasal mücadelenin temel alınmasının yanlışlığı, faşizm karşısında devrimci zorun temel alınması dışında başka mücadele biçimlerinin yanlışlığı üzerinde en ağır eleştiriler yapa bilmektedir. Tam bir çifte standart, oportünizmle hareket ede bilmekteler. Burada bu yasalcılık, reformist saplantısını onayladığımız anlaşılmasın, sade bu çifte standarttı, oportünizmi ifade etmek içindir.

Bu cihatçı faşist sistemin değil demokratikleşmesi tek adam diktatörlük sistemini oturtma çabasında. Tekçilik üzerine inşa edilmiş inkârcı bu sistem bugün yaşadığı çıkmaz ve sarsılan iktidarını pekiştirdiği noktada ilk yöneleceği yine Kürt halkı ve onun devrimci dinamiği olacaktır. Biz adımlarımızı ve politikalarımızı Kürt halkının dinamikleriyle bütünleştirme anlayışımızı pratik bir sorumluluk olarak görüyoruz.

Son sözü Mao Zedoung’un şu saptamasıyla söyleyelim: “Biz savaşın yok edilmesi taraflısıyız. Ama savaş ancak savaşla yok edilebilir. Ortada tüfek kalmaması için tüfeğe sarılmak gerekir. Bizim savaşımız, kutsal ve haklı, ilerici ve amacı barış olan bir savaştır. Amaç, yalnız bir ülkede değil, bütün dünyada barış, geçici değil, sürekli barıştır.”

Önceki İçerikMart ayında en az 145 iş cinayeti: Altısı çocuk işçi, 12’si 65 yaş üstü…
Sonraki İçerikEskişehir Tepebaşı ve Mihalgazi ilçelerinde Cengiz defol

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz