Asgari ücret süreci bir kez daha sahne alıyor. Ama ortada gerçek bir müzakere, işçilerin iradesini yansıtan bir masa yok. Sahne; Saray’ın yönetip sermayenin finanse ettiği, sendikal bürokrasinin ise figüranlığa soyunduğu bir sefaleti meşrulaştırma tiyatrosudur. “Tespit komisyonu” adı verilen bu mekanizma yıllardır işçi sınıfının alın terini çalan düzenin makyajıdır. O kadar teşhir olmuş, o kadar çürümüştür ki; bugün Türk-İş ve Hak-İş ağaları bile artık bu oyunun içinde görünmekten utanır hâle gelmiştir. Fakat onlar ne işçinin tarafındadır ne de bu çürümüş düzenden kopmayı göze alacak bir iradeye sahiptir.
Türk-İş Başkanı Ergun Atalay’ın “Bizim asgari ücretli üyemiz yok” diyerek sorumluluktan kaçması, yıllardır sefalet ücretlerine imza atanların pişkince rol değişme çabasından ibarettir. Hak-İş Başkanı Mahmut Aslan’ın Saray’a akıl vererek “Hükümet masada görünmesin, tepki çekmez” demesi ise sendikal bürokrasinin, işçilerin değil, efendilerinin çıkarına hizmet ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Sendika ağaları; işçilerin gözünde kirlenen maskelerini değiştirmeye çalışırken, Saray rejimine de sahnenin karanlıkta nasıl daha rahat yönetileceğini öğütlemektedir.
Bu kirli oyunda asıl gerçek ise şudur: Asgari ücret yalnızca milyonları değil, tüm işçi sınıfını belirleyen politik bir saldırı aracıdır. Belirlenecek rakam, her fabrikanın, her atölyenin, her ofisin kaderini etkileyecek; patronların yeni sömürü hesaplarının başlangıç noktası olacaktır. Bu nedenle asgari ücret masası sadece bir ücret pazarlığı değil, sermaye ile işçi sınıfı arasındaki güç dengesinin açık bir göstergesidir.
Geçtiğimiz yılın %30’luk komik artışı, Saray–Şimşek programının açık bir itirafıdır: Bu düzen, krizin faturasını işçilere ödetmekte kararlıdır. Ücretler daha üçüncü ayda açlık sınırının altına düşmüş, milyonlar yoksulluğa itilmiştir. Patronlar büyürken işçiler tükenmiş; birkaç holdingin kasası şişerken milyonların sofrası boşalmıştır. Buna rağmen genel bir sınıf mücadelesinin örgütlenememesi, sermayeye ve iktidara pervasızlıkta sınır tanımayan bir cesaret vermiştir.
Bugün yürürlükte olan Orta Vadeli Program, açık bir sosyal yıkım programıdır. Ama bu program masa başında değil, sokakta, fabrikada, grevde, direnişte bozulabilir. Patronların ve Saray’ın “kararlı programı”na karşı ancak işçi sınıfının kararlı, birleşik ve militan mücadelesi set çekebilir.
Devlet bütün kurumlarıyla işçilerin tepkisini bastırmaya hazırlanırken; mücadele yalnızca ücret artışı için değil, sendikal bürokrasinin işçi sınıfının ensesinden atılması için de verilmelidir. Patronlarla aynı masaya oturmayı “akıllılık” sanan bu bürokratik kast temizlenmeden sınıf hareketi nefes alamaz, büyüyemez.
İşçi sınıfının görevi açıktır: Fabrika fabrika örgütlenmek, tabandan gelen iradeyi büyütmek ve sefalet dayatmasına karşı birleşik bir saldırı hattı örmek. Asgari ücret süreci bu mücadelenin bir başlangıç noktası olabilir. Bugün her işçi, her öncü, her mücadeleci, bu dönemi sınıf hareketinin yeni bir çıkışı için bir olanak olarak görmelidir.
Çünkü bu düzenin sahnelediği tiyatroya mahkûm değiliz. Gerçek oyun, gerçek güç, gerçek tarih; işçi sınıfı sokakta ve üretim alanlarında sahneye çıktığında yazılacaktır.






