Gerçek Yozlaşma, Bu Düzen ve Diyanetin Kendisidir

Diyanet İşleri Başkanlığı, hırsızlığa, yolsuzluğa, çocuk istismarına, kadınlara yönelik şiddete ve emekçinin emeğinin gasp edilmesine karşı sessiz kalırken; 2025’in son cuma hutbesinde yine bilinçli bir şekilde hedef saptırmayı tercih etti. Emekçilerin vergileriyle oluşan devasa bütçesini sorgulatmayan Diyanet, toplumsal çürümenin gerçek sorumlularını gizleyerek yılbaşı kutlamalarını “ahlaki yozlaşma” olarak damgaladı.

Toplumu yoksulluğa, güvencesizliğe ve adaletsizliğe mahkûm eden düzene tek bir söz etmeyen bu anlayış, ahlakı bilinçli biçimde bireylerin yaşam tarzına indirgemektedir. Alkol, eğlence ve semboller üzerinden kurulan bu sahte ahlak söylemi; sömürüyü, eşitsizliği ve talanı perdeleme işlevi görmektedir. Asıl yozlaşma; milyonlarca insan açlık sınırında yaşarken sarayların inşa edilmesi, çocukların tarikat ve cemaat yapılarında istismara uğraması, kadınların korunmaması ve kamu kaynaklarının yandaşlara peşkeş çekilmesidir.

Diyanet’in “kimlik” ve “değerler” vurgusu, toplumun farklı yaşam biçimlerini baskı altına almayı hedefleyen tekçi ve buyurgan bir zihniyetin ürünüdür. Ahlak, itaat ve biat dayatmasına dönüştürülmekte; özgürlük, eşitlik ve adalet talepleri bastırılmaktadır. Bu anlayış toplumu birleştirmez; aksine ayrıştırır, kutuplaştırır ve denetim altına alır.

Gerçek ahlak, sömürüye karşı durmakla; gerçek yozlaşma ise bu sömürü düzenine sessiz kalmakla ilgilidir. Yılbaşı eğlenceleri değil; yoksulluğun kader gibi sunulması, adaletsizliğin kutsanması ve emekçinin alın terinin yok sayılması toplumu çürütmektedir. Toplumun vicdanı hutbelerle değil; eşitlikten, emekten ve özgürlükten yana kararlı bir duruşla güçlenir.

Ahlaksızlığı ve çürümeyi her fırsatta “kader”, “imtihan” ve “sabır” söylemleriyle vaaz eden; bu düzenin pisliğini kutsayan Diyanet ve tarikat yapıları, şimdi yılbaşı vesilesiyle utanmazca ahlaktan söz etmektedir. Çocuk istismarının, kadınlara yönelik şiddetin, yoksulluğun ve sömürünün merkezinde yer alan yapılara karşı tek kelime etmeyen bu anlayış, ahlakı yine seçici biçimde kullanmaktadır. Tarikat yurtlarında yaşananlar, cemaatlerdeki istismar zincirleri ve kamu kaynaklarının dini yapılar eliyle talan edilmesi sistematik biçimde görmezden gelinirken; insanların nasıl eğleneceği ve neyi kutlayacağı hedef tahtasına konulmaktadır.

Bu tablo, ahlakın toplumsal bir değer olmaktan çıkarılıp açık bir baskı ve denetim aracına dönüştürüldüğünü göstermektedir. Gerçek çürüme yılbaşı gecesinde değil; istismarın üzerinin örtülmesinde, sömürünün meşrulaştırılmasında ve adaletsizliğin normalleştirilmesindedir. Ahlakı dilinden düşürmeyenlerin, bu düzenin çürümüşlüğüne sessiz kalarak ortak olması asıl yozlaşmadır. Topluma ahlak dersi vermeye kalkanlar, önce bu çürümüş düzenle kurdukları ilişkiyi sorgulamak zorundadır.

Editor

Önceki İçerikMazlum Abdi: “Şam ile ortak bir anlayış oluştu”
Sonraki İçerikYargı Paketi Meclis’te Onaylandı