Türkiye’de devrimci hareketin yaşadığı hafıza çürümesi, basit bir unutkanlık değil; sınıf mücadelesinin keskin yasalarını görmezden gelen küçük-burjuva oportünizminin yarattığı yapısal bir bozulmadır. Bu durum, Lenin’in “en büyük tehlike içimizdeki oportünizmdir” tespitinin güncel ve açık bir doğrulanmasıdır. Oportünizm, devrimci saflara sızmış burjuva ideolojisinin yeniden üretimidir ve varlığı bizzat devrimci hattın bağımsızlığını ortadan kaldırır. Bugün Türkiye’de burjuva devlet aygıtının iç kliklerinin çatışması siyasetmiş gibi pazarlanırken, devrimci hareketin bazı çevrelerinin bu çatışmayı “faşizme karşı mücadele” diye sunmaları gerçekte sınıf bilincinin tasfiyesinden başka bir şey değildir. Kılıçdaroğlu etrafında yaratılan yanılsamalar bunun tipik örneğidir. Dün “bir oy Piro’ya” (★} diyerek burjuva parlamenterizmine yanaşanlar, bugün yaşananları görmezden gelerek “duymadım, bilmiyorum” oynamaktadır. Oysa mesele kişisel tutarsızlık değil; küçük-burjuvazinin tarihsel olarak devrimci kararlılık üretemeyen sınıfsal niteliğidir. Bu kesimler için asıl hedef her zaman düzenin içindeki “daha az kötü” bir fraksiyona eklemlenmek olmuştur.
Kılıçdaroğlu’nun rolü bizim açımızdan başından beri açıktı ve bunu her fırsatta dile getirdik: AKP’nin inşa ettiği faşist yapıyı yıkmak değil, yalnızca düzenlemekle görevli bir sistem aktörü. Onun “toplum sıkıştı, rahatlatmak gerekiyordu” sözleri, devletin kriz anlarında küçük-burjuva muhalefeti neden devreye soktuğunu açıkça gösterir. Burjuva devlet, kitlelerin devrimci yönelime kayma eğilimi güçlendiğinde sistemi tahliye vaatleriyle rahatlatır; bu kimi dönemlerde sosyal-demokrasi, kimi dönemlerde liberal muhalefet biçiminde olur. Bugün Türkiye’de kullanılan versiyonu Kılıçdaroğlu’dur. Dün “tarih yazıyoruz”, “faşizmi durdurduk” naraları atanlar, bugün aynı devlet blokunun farklı unsurlarıyla yan yana poz vermektedir. Bu süreç şaşırtıcı değildir; çünkü küçük-burjuvazi devrimci değil, reformisttir. Kopuş değil, düzeltme ister; devrimci irade değil, güç dengeleri belirler davranışını.
Dersim soykırımına ilişkin söylemler de benzer bir ideolojik bulanıklığın ürünüdür. Bu devlet, etnik kimliği ne olursa olsun, kendi sınıfsal hattının dışında kalan hiçbir unsuru yüksek bürokrasiye taşımaz. Bu bir “Dersimli’ye karşı ayrımcılık” değil; devlet aygıtının burjuva karakterinin zorunlu sonucudur. Bürokrasiye alınan kim varsa, sınıfsal ve ideolojik olarak egemen sınıfla uyum sağladığı için alınmıştır. Burjuva devlet, aidiyeti değil, sadakati temel alır. Bu gerçek kavranmadıkça Dersim soykırımı konusunda devlet içi kadro politikaları da doğru analiz edilemez.
Bugün burjuva devlet aygıtı içindeki klik çatışmalarının devrimci mücadele açısından hiçbir stratejik anlamı yoktur. Bu çatışmalardan birine taraf olmak, devrimci hattın tasfiyesine yol açar. Oportünist çevrelerin yaptığı tam olarak budur: devleti “daha az kötü” bir fraksiyonla restore etmeye çalışmak. Bu yalnızca yanlış bir politik tutum değil; devrimci mücadeleye karşı tarihsel bir sabotajdır. Çünkü halkların devrimci enerjisini parlamentoya ve düzen içi çözümlere yönlendirerek mücadeleyi felç eder. Küçük-burjuva legalizmi kitlelere umut değil, uyuşukluk pompalar. Böylece devrim fikri değil, düzenin meşruiyeti güçlendirilir.
Bugün devrimci hareketi hedef alarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde taraf olmayan çevrelere yönelik saldırılar da aynı hafıza tahribatının ürünüdür. O gün reformistlerin kurduğu linç düzeni hâlâ hafızalardadır. Fakat oportünizm, tarihsel sorumluluktan kaçmak için her zaman aynı yönteme başvurur: zaman geçince her şey “unutturulur”. Ancak unutmayan bir şey vardır: sınıf mücadelesinin belleği. Proletaryanın kolektif hafızası, kimin düzeni ayakta tuttuğunu, kimin halkı oyaladığını, kimin devrim ihtimalini seçim sandığına gömdüğünü kaydetmeye devam eder.
Gerçek açıktır: Burjuva parlamenterizmine yedeklenerek devrimcilik yapılmaz; düzen içi beklentilerle devrimci hafıza korunmaz; reformizm, devrimci hareketin sigortası değil, düşmanıdır. Sistem içi tüm klikler, egemen sınıf diktatörlüğünün farklı yüzleridir ve bu diktatörlük seçimle değil, devrimci kopuşla yıkılır. Türkiye devrimci hareketinin yeniden çıkış yapabilmesi, hafızasını oportünizmin sisinden kurtarmasına ve sınıf mücadelesinin bağımsız hattını keskinleştirmesine bağlıdır. Devrimci irade, burjuva kliklere yaslanarak değil, onlardan tamamen koparak inşa edilir; tarih bunun başka bir yolunu henüz yazmamıştır.
(★)Pîro’nun yandaşları kimlerdir, onları hatırlayalım:
Beyaz Toros’cu ve Suriye’yi kan gölüne çeviren Davutoğlu. Sivas katliamında “kazanınız mübarek olsun” diyerek saldırı startını veren Kahramanlıoğlu. MHP’nin Asenası ve Çiller’in İçişleri Bakanı Meral Akşener.
Meral Akşener ne diyordu 1990’lardaki katliamlar ve Kürt halkının asit kuyularına atılmasına dair? “O g ün devletim için gerekliydi yaptım, bugün de gerekirse yine yaparım.”
Kısacası, bir oy sadece Pîro’ya değil, bu ittifaka gitti.





