Cezaevleri, Direnişler ve Sınıf Mücadelesinde Süreklilik

Türkiye’de sınıf mücadelesi tarihine bakıldığında, cezaevleri cephesinin ve bu alanda gelişen direnişlerin özel bir yer tuttuğu açıkça görülür. Cezaevleri, yalnızca belirli dönemlerde gündeme gelen tali bir mesele değil; sınıflar mücadelesi var olduğu sürece, mücadelenin en zor, en sert ve en fazla süreklilik gerektiren alanlarından biri olarak varlığını koruyacaktır. Dünya devrim tarihi ve Türkiye’deki devrimci mücadele deneyimleri, bu gerçeği defalarca ortaya koymuştur.

Sınıflar mücadelesinin tarihsel pratiği incelendiğinde, cezaevlerindeki direnişlerin sınıf mücadelesinin genel seyriyle doğrudan bağlantılı olduğu görülür. Cezaevleri, egemen sistem açısından yalnızca bir “infaz” alanı değil; politik iradeyi kırmayı, örgütlü mücadeleyi tasfiye etmeyi ve topluma gözdağı vermeyi hedefleyen özel bir saldırı alanıdır. Bu nedenle cezaevleri, aynı zamanda direnişin yoğunlaştığı ve siyasal mücadelenin sertleştiği bir cephedir.

1980 12 Eylül askeri faşist cuntası sonrasında Türkiye’de cezaevleri, sistematik baskı, işkence ve tecrit politikalarının merkezi haline gelmiştir. Politik tutsaklar, bu saldırılara karşı kolektif direniş biçimleri geliştirerek cezaevlerini teslim alınamaz alanlar hâline getirmiştir. Bu direniş geleneği, farklı dönemlerde farklı biçimler alarak günümüze kadar taşınmıştır.

2000 yılında F Tipi cezaevlerine geçiş süreci, bu açıdan tarihsel bir kırılma noktasıdır. 19 Aralık 2000’de gerçekleştirilen katliam ve o donemde gündemde olan açlık grevleri ile ölüm oruçları, tecrit sistemine karşı yürütülen en kapsamlı direnişlerden biri olarak hafızalara kazınmıştır. Tüm bu süreçlerde cezaevleri yalnızca içeride değil, dışarıda da toplumsal bir mücadele alanına dönüşmüş; birçok eksik ve yetersizlik barındırmakla birlikte, dayanışma kampanyaları, yürüyüşler, basın açıklamaları ve uluslararası girişimler aracılığıyla cezaevleri meselesi toplumsal gündemin merkezine taşınmıştır.

Devrimci tutsakların talepleri yalnızca cezaevi koşullarına ilişkin değil; aynı zamanda sınıf mücadelesinin bir parçası olarak, insan onuruna dayalı bir yaşam ve politik kimliğin tanınması talebinin ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu konuda dışarıda yürütülen dayanışma kampanyaları, cezaevleri direnişlerinin toplumsal mücadeleden koparılamayacağını bir kez daha göstermiştir.

Günümüzde de cezaevlerinde hak ihlalleri, tecrit uygulamaları, tecritte, izolasyona, sağlık vb hakkının engellenmesi gibi sorunlar devam etmektedir. Politik tutsakların açlık grevleri, direnişleri, kadın tutsakların özel ihtiyaçlarına ve maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı yürüttükleri mücadeleler, cezaevleri cephesinin hâlâ canlı ve yakıcı bir mücadele alanı olduğunu tartışmasız biçimde koruduğunu göstermektedir. Ancak bu direnişler çoğu zaman sosyal medya ve insan hakları örgütleri aracılığıyla kamuoyuna taşınsa da geçici bir ilgiyle sınırlı kalmaktadır.

Tam da bu noktada temel sorun ortaya çıkmaktadır: Cezaevleri meselesine süreklilik içeren bir perspektifle yaklaşılmaması. Sistem her yeni saldırıyı farklı bir başlık altında devreye sokarken, cezaevleri çoğu zaman yalnızca kriz anlarında gündeme gelmekte, ardından unutulmaktadır. Bu yaklaşım, mücadelenin sistemin belirlediği gündemlerin peşinden sürüklenmesine, politik olarak parçalı ve tepkisel bir pratiğin yeniden üretilmesine yol açmaktadır.

Oysa cezaevleri direnişleri, anlık tepkilerle ele alınamayacak kadar stratejik bir alandır. Zindanlar, örgütlü devrimci politik güçler ve toplumsal mücadele üzerinde bir “Demokles’in Kılıcı” gibi sallandırılmaktadır. Bugün “Kuyu Tipi zindanlara hayır” gibi taleplerin, “Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük” sloganı çerçevesinde süreklilik kazanması zorunludur. Aksi hâlde, yalnızca her saldırı ya da her açılan yeni zindan için kampanya açmak —gerekliliği tartışmasız olmakla birlikte— tek başına yeterli olmayacak; süreklilik içeren bir mücadele hattı kurulamayacaktır.

Bu koşullarda temel görev, zindanlardaki devrimci tutsaklarla dışarıdaki mücadele arasında güçlü ve kalıcı köprüler kurmaktır. F, L, Y, S, Kuyu Tipi ya da başka adlar altında inşa edilen cezaevleri mimari ve teknik olarak farklılıklar taşısa da özünde faşizmin tecrit, yalnızlaştırma ve teslim alma politikalarının araçlarıdır. Bu politikalar ancak güçlü örgütlülükler, sürekli dayanışma ve devrim mücadelesinin yükseltilmesiyle kırılabilir.

Sonuç olarak cezaevleri ve direnişler, sınıf mücadelesinin yan başlığı değil; onun ayrılmaz ve kalıcı bir parçasıdır. Mücadelede zafer hedefi var oldukça, cezaevleri cephesinde de direniş sürecektir. Devrimci hareket açısından temel görev, cezaevleri mücadelesine günübirlik değil, tarihsel ve stratejik bir perspektifle yaklaşmak; bu alanı sürekli gündemde tutarak örgütlü dayanışmayı kalıcı hâle getirmektir. Ancak bu şekilde sistemin saldırıları boşa çıkarılabilir ve sınıf mücadelesinde süreklilik sağlanabilir.

Serhat Yılmaz

Önceki İçerikSiyonist İsrail’in Gazze’de soykırımı sürüyor
Sonraki İçerikSuriye’de Aleviler saldırılara karşı sokağa çıktı, HTŞ güçleri ateş açarak karşılık verdi