SOSYALİZM VE EĞİTİM SORUNU

“Bilimsel sosyalizm, doktrin değil, harekettir, ilkelere değil, kanıtlara dayanmaktadır. Çıkış noktaları, şu ya da bu felsefe değil, şimdiye kadar ki tüm tarihtir ve özellikle bu tarihin uygar ülkelerdeki çağsal gerçek ürünleridir.” (F. Engels, “Komünistler ve Karl Haynsten”, aktaran: Aforizmalar, Marx ve Engels, Sf. 73)

Yaşadığımız çağın gelişmeleri, olağanüstü ve baş döndürücü bir hızla, insan toplulukları üzerinde önemli bir etki yaratırken, yaşam ve alışkanlıklardan, değer ve ideallere kadar bir dizi değişmeyi de beraberinde getirmektedir. Bu, insanın ve tarihin gelişim yasasıdır. Emperyalist-kapitalist kampın, yaşanan çağı “bilgi çağı” diye adlandırması, üretim ve bölüşüm sorunlarından, pazarlama sorunlarına kadar birçok konuyu bilgiyle bütünleştirmesi, kapitalist sistemin temellerini güçlendirmeye dönük bir amaç yanında, bu bilgi sayesinde, insanın sistem içerisindeki yerini belirleyerek sisteme daha bir sarılmasını sağlama amacını da taşımaktadır. Yoksa artık, insanları sisteme bağlamada klasik söylemlerle yetinilmiyor. Sisteme bağlanmada o kadar çok araç devredeki, kişi bu araçların dışında kendisine yer bulamamakta, adeta bir çember içinde, doğal ama zorunlu bir yaşayışı tercih noktasına gelmektedir.

Öyle ki, uzay teknolojisi ve internet kavramı, bilgi çağını nitelendirmektedir. Ve bu sayede insanlık üretim, bölüşüm yanında haberleşme, alışveriş, vb. her konuda manipüle edilebilmekte, sistem adeta, çatışma, kavga ve rekabeti, bilgisayar ekranlarında yaşatmaktadır.

Sosyalizmin yenilgisiyle birlikte, kapitalizmin kendi üstünlüğünü gösterdiği alan daha çok bu alanda hissedilir oldu. Bir süre Kapitalist-emperyalist sistem düne göre kendini daha güvende hissettiyse de bu çok uzun sürmedi ve dün sosyalizmin kötülükleri, kapitalizmin erdemleri üzerine anti-propaganda amaçlı reklamlar, dezenformasyon çalışmaları artık ikinci planda kalmaktadır. Şimdi bilgi çağının tüm gelişmeleri, adeta sosyalizmin ne denli geri bir toplumsal sistem olduğunu ispat etmeye dönük bir içerik taşımaktadır.

Artık üstün ve yenilmez bir sistem olarak, kapitalizmin temellerini güçlendirmeye çalışan burjuvazi, insanlığın karşısına, demokrasi, barış vb. kavramlarını da kullanarak çıkabilmekte, sosyalizm düşüncesi içerisinde bulunan kesimleri etki altına alarak, sistem karşısında tehlike olmaktan çıkarabilmekte…

Öyle ki, bugüne kadar sosyalizmin ve sosyalist güçlerin sahip çıktığı değerlere sahip çıkarak, sosyalistlerin elinden almaktadır. Ulusların kaderini belirleme hakkı, barış-demokrasi, hak ve özgürlükler, anti-ırkçılık, vb. birçok kavram, burjuvazinin vurguladığı kavramlar oldu. Emperyalist kapitalist sistemin YDD adı altında gerçekleştirdiği bu atılım, sosyalist güçler üzerinde ideolojik kırılmalara yol açtı. Nitekim, bugün sosyalizm adına savunu içerisinde bulunan birçok kesim sisteme hizmet eden bir konumda. Her türlü sapkın akım sosyalizmin hataları derken aslında sosyalizmi reddetmekte. Dünya devrimci hareketleri içerisinde güçlü bir akımın olmayışı, bu gelişmelerin önünü almada devrimci güçleri zorlamaktadır. Daha doğrusu bu olumsuz gidişata, yığınların daha fazla sistemin kölesi olmasına, sosyalizmden uzaklaşmasına dur diyebilecek bir irade zayıflığı söz konusudur. Bu nedenledir ki, sosyalizm adına birçok akımın söz söyleme, değerlendirme, analizlerde bulunma ya da mahkum etme yaklaşım ve tavırları ön plana çıkabilmekte.

Türkiye devrimci hareketi açısından da olumlu bir gelişmenin olduğunu söylemek mümkün değildir. Soldan etkilenen geniş halk yığınları, giderek soldan uzaklaşmakta, solun tabanı ve çalışma alanı daralmakta, bu daralmanın yarattığı olumsuz sonuç, bir yanıyla bir kısır döngü, bir yanıyla küçülme siyaseti olmaktadır. Dahası, burjuvazinin saldırılarının yarattığı bu sonuç, solda derin bir inanç yitimine yol açmakta, kadrolar üzerinde coşku havası, militan ruh, örgütsel çalışma, kitlelere siyaset götürme, propaganda vb. konularda gevşek, hantal bir etki bırakmakta.

Türkiye solunun felsefi gelişmişliğinin olmayışı, güncel pratik üzerine siyaset oluşturma anlayışı, konjonktürel olayların üzerine ya da kimi gündemlerin solun lehine hava yaratmasıyla kurulan kitle bağları ya da kitle örgütlenmeleri, sol için yeterli görülmüştür. Bugün emperyalist-kapitalist sistem her açıdan saldırıya geçmiş, karşısında bir güç görmediği gibi, karşı koyacak bir taktik de söz konusu değildir. Tabi bu durum yenilgilerden başını kaldıramamış bir sol için, daha bir olumsuz sonuç doğurmakta. Yaşanılanlara doğru, yerinde tanı koymak, kadroları ve kitleleri eğitmek, bu noktada önem arz ediyor. Soruna yüzeysel ve soyut teorik belirlemelerle bakma dönemlerinden çok ilerideyiz. Ama ideolojik kırılmalara ve irade zayıflamasına da bir o kadar uğramış durumdayız. Kendimiz de dahil, bir bütün olarak sosyalist hareketin kalkış noktası, ideolojik sağlamlığı yeniden yaratmak ve irade güçlenmesini sağlamaktır. Bugün herkes geçmişin yenilgiden, hatalardan söz ediyor. Ancak yeniden ayağa kalkış için ciddi bir yoğunlaşmadan söz etmek zordur. Yılgınların, inkarcıların, düzene dönüşlerini meşrulaştırma amaçlı çalışmaları ile kıyaslandığında, devrimci cephede bir araştırma, inceleme çabasının dahi yetersiz kaldığı görülecektir. Kuşkusuz bunda, özelde hareketimizde, genelde ülkemiz devrimci-sosyalist hareketinde, politik seviyenin oldukça düşmesinin ve var olan birikimin yetersiz kalmasının rolü büyüktür. Ancak kendimizi eğittikçe, ideolojik olarak sağlamlaştırdıkça, iradi olarak da güçlenmeye başlayacağımız unutulmamalıdır. Bu ilerlemeyi yakalayan bir devrimci kişi ya da örgüt, mücadele ve eyleminde de daha güçlü vuruşlar sağlayacağı gibi, sarsılmaz, iç tutarlılığı olan bir duruşa da sahip olmuş demektir. Sosyalizm ve eğitim sorununu bu denli iç içe almamız, savrulmaların, düzene dönmelerin veya ideolojik kırılmaların bu noktada başlamasındandır. O yüzdendir ki eğitim ve sosyalizm bilimi iç içe olgular olarak yaşadığımız dönemde önemle üzerinde durulması gereken kavramlardır.

Bugüne nasıl gelindi? Bugün tartışılan kavramlar, içinde bulunulan sorunlara aranan cevaplar hangi düşüncenin ürünü olarak ortaya çıktı? Devrimci güçler sosyalizmin yenilgisinden bu yana nasıl bir seyir içindeler, kısaca da olsa bunlara değinerek eğitim sorununu ele alalım.

Bugünden geriye dönüp baktığımızda, olağanüstü hızlı değişimler yaşandığını görüyoruz dünyamızda. Bu değişimler sadece hızlı olmakla kalmayıp son derece keskin dönüşlere de tekabül ediyor.

1989-90 yılları hiç de beklenmeyen gelişmelere sahne oldu. Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerin birbiri ardına çöküşü, dünyanın çeşitli bölgelerinde birçok devrimci-ulusalcı hareketin silahlı mücadeleden uzaklaşması ve mücadeleyi kapitalizmin çizdiği sınırlara hapsetmesi sosyalizmin dünya genelinde yenilgisini getirdi. Küba, Vietnam, Kuzey Kore gibi birkaç ülke hala sosyalizmde yollarına devam etseler de, emperyalizmin şiddetli saldırıları karşısında ciddi geri adımlar atmak durumunda kaldılar.

Açıkça kabul etmek gerekir ki, sosyalist güçler bu alt-üst oluş sürecine hazır değillerdi. Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerde yaşanan sürecin kapitalist restorasyon süreci olduğu ve bu sürecin bir yerde kapitalizme kesin olarak geçişle sonuçlanabileceği hemen herkes tarafından bilinse de ne yazık ki bu teorik bir tespit olarak kalmaktan öteye geçmedi. Bu teorik tespitin pratikte yol açabileceği sonuçlar ve bunun sosyalist güçler-örgütler üzerindeki etkisi kimse tarafından ciddi olarak ele alınmadı, hesaplanmadı. Daha da ötesi, teorik olarak tespit edilenlerin sonuçları bir gün ortaya çıkınca, neredeyse tüm sosyalistler sanki bir mucize karşısındaymış gibi şaşkınlığa düştüler. Gelişmelerin bu tarzda olacağı hayal bile edilmemişti; hazırlıksızdılar. Yenilginin sonuçları ve buna karşı önlemlere ilişkin fikir teatisi bile yapılmamıştı. Bunun sonucunda, sosyalizmin yenilgisine sahip çıkmak ve bu sonuca yol açan nedenleri analiz ederek aynı hataları tekrarlamamak yerine yenilginin inkârı yolunu seçtiler, görmezden geldiler. Yenilen şu ya da bu ülkeydi; zaten onlar daha on yıllar öncesinden bunu görmüşler ve bu ülkeleri sosyal emperyalist ilan etmişlerdi. Gerisi onları ilgilendirmiyordu. Bu çarpık, gerçekleri görmezden gelen anlayış elbette ki kimseye bir şey kazandırmadı. Aksine, sosyalizmin yenilgisine sahip çıkmamak sosyalizme yönelik ideolojik-kültürel saldırıları en üst noktasına çıkardığı gibi emperyalizmin dünya halkları üzerinde inşa ettiği egemenliğin de daha fazla pekişmesini beraberinde getirmiştir. Sosyalizmin yenilgisi bir inanç-güven yitiminin yaygınlaşmasına yol açtı.

Dünyanın sosyalizmin yenilgisinin ardından kavuştuğu yeni yüze hazır olan tek gücün emperyalizm olduğunu itiraf etmek durumundayız. Dünyayı nasıl bir görünüme büründüreceğinin politikalarını çoktan hazırlamıştı. Yeni Dünya Düzeni ile çıktı halkların karşısına. Dünyada iyi gitmeyen ne varsa hepsinin tek sorumlusu sosyalizmdi, sosyalistler kötülüklerin tek kaynağıydı. Sosyalizmin neden olduğu çarpıklıkların, dengesizliklerin tek bir çözüm yolu vardı, bu da her derde deva olarak sunulan YDD idi. Özgürlük-bağımsızlık istemek halkların birbirine düşman olması, boğazlaşmaları demekti. Demokrasi ve barış sömürü ve uzlaşmayı onaylayan kavramlara dönüşmüşlerdi sanki. Dev iletişim tekellerinin desteğinde sürdürülen dezenformasyon bombardımanı düzene uygun kafaları hazırlamaya hizmet ediyordu. Bunlarla da kalınmadı; sosyalizm hayaleti bir gün yeniden dirilirse korkusuyla umutlar bile öldürülmek istendi. Sosyalizmin tanımının dahi içi boşaltılıp soyutlaştırıldı, tanınmayacak hale getirildi; bir alternatif olmadığı düşüncesi pompalanarak hayallerden bile silinmek istendi. Beynimize her gün yenilgiyi işleyen, kazanamayacağımızı vurgulayan, darbelerle, saldırılarla aynı kısır döngüye hapseden düşman halk yığınlarında moral değerleri zayıflatarak, devrimci güçlere mesafeli bir tutum içerisinde olmalarını sağlamaya girişti.

Durum bu kadar “umutsuz”sa her şeyden vazgeçerek, emperyalizm karşısında boyun eğip yenilgiyi kabul ederek onun istediği gibi bir dünyanın hizmetine mi girelim? Sosyalizm bir ütopyaydı, tesadüflerle gerçekleşti ve sürdü, uğruna mücadele edilecek bir ideal değil mi diyeceğiz? Tüm sosyalizm düşmanlarının aralarındaki tüm çelişkileri bir yana iterek, tek bir ses halinde saldırdıkları büyük usta Lenin izlememiz gereken yolun ne olduğunu şu sözleriyle gösteriyor bizlere:

“Umutsuzluğa ve düş kırıklığına kapılmamak için, bunalım kaynaklarının derinliğini iyi bilmek gerekiyor. İnsan üzerinden atlayıverip bunalımdan kurtulamaz, ancak o bunalıma karşı kararlı bir savaş vererek ayakta kalabilir. Çünkü bu bunalım bir rastlantının ürünü değildir.”

Bizleri sarıp sarmalayan bu karamsar koşulları yerle bir edip insanlığı gerçek mutluluğa taşıyacak ve tarihsel olarak kaçınılmaz olan sosyalizmi yeryüzüne indirebilmek için gerekli olan ilk koşul, yaşanan yenilginin nedenlerini ve ortaya çıkardığı sonuçların olumsuz etkilerini bilimsel bir tarzda analiz ederek bilince çıkarmak ve bunların aşılması için gerekli pratik adımları atmaktır.

Bir başka şekilde ifade edersek, bilinci yükseltmek üzere ciddi bir eğitim sürecinden geçmek ve bu doğrultuda mücadeleyi yükseltmektir. Çünkü “insan içinde bulunduğu koşulları ve sömürüye dayalı sistemi sorgularken, bu koşulları ve sistemi değiştirmeye dönük eylemi birbiriyle kopmaz bağ oluşturur. Bilinç iradeyi güçlendirir, güçlenen irade ise eylemin başarısında rol oynar.”

Bizim gibi ülkelerde, bir insanın devrimci saflarda yer alması sürecinde hiç kimsenin reddedemeyeceği bir gerçeklik söz konusudur. İstisnai koşullar dışında, bizleri devrimci saflara taşıyan temel unsur bilinç değil, duygularımız ve çevre ilişkilerimiz olmuştur. Bunun sonucunda, örgütlenmelerin taraftarları, hatta kadroları bir ideolojinin savunucuları gibi değil, adeta sıradan bir taraftarlık gibi davranışlar göstermişlerdir. Sonuçta ideolojik olarak kendini güçlendirmeyen, bilimsel bir eğitimi hedeflemeyen, tutarlı sağlam bir duruşu gerçekleştiremeyen devrimciler olarak, burjuvazinin en ufak bir saldırısında, ideolojik kırılmalara uğrayabiliyoruz. Sosyalizmin veya devrimci mücadelenin eksik-yanlış, ya da olumsuz kimi sonuçlarını değiştirme yerine, burjuvazinin sorgulayıcı anlayışına düşebiliyoruz. Ya da sosyalizm mücadelesinden uzaklaşarak, sisteme dönmeyi tercih ederek, sistemi güçlendirebiliyoruz. Tasfiyeci dalganın dünya sosyalist hareketine büyük ölçüde egemen olmasında bu gerçekliğin küçümsenmeyecek bir payı vardır. Bu aynı zamanda devrimci yapıların gerçek sınıf tabanlarıyla yani işçi-emekçi sınıflarla neden bir türlü bütünleşemediğinin nedenlerini de açığa çıkarır.

Bu saptama önümüzde duran temel görevler arasında belki de en önemlisinin eğitim sorunu olduğunu reddedilemez bir şekilde kanıtlamaktadır. Bunu daha öncede şu şekilde ifade etmiştik: Bugün, yaşanan sosyalizm deneyimlerinin bilimsel bir araştırma-incelemeye tabi tutulduğu kapsamlı bir çalışmayı da içeren ideolojik-politik üretimle bütünleşmiş bir örgütlenme faaliyeti, devrimcilerin önündeki en önemli görevlerdendir. Kendisine sosyalistim diyen herkes, bireysel olarak yetenek ve kapasitesini bu noktada zorlamak ve bu yetenek ve kapasiteyi kolektivizme aktarmak yükümlülüğünü hissetmelidir.”

Eğitimin bugün her zamankinden daha bir gerekli olmasının en az diğerleri kadar önemli bir nedeni de Marksizm-Leninizmin tarihte eşine az rastlanır ölçüde çarpıtılması, emperyalizmin ideolojik-kültürel saldırıları karşısında emekçi yığınlardan uzaklaştırılmasıdır.

Sosyalizmin güçlü ve prestijli olduğu dönemlerde her fırsatta isimlerinin başına Marksist-Leninist, komünist sıfatlarını ekleyenler, sosyalizmin yenilgisi karşısında geçmişlerini toptan inkâr eder oldular. Sosyalizm adına yaşanan olumsuzlukları üstlenmek yerine kendilerini aklayabilme çabasına girişip günahları “reel sosyalizm” olarak aşağıladıkları sosyalizmin üzerine yıktılar. Bunu yapmakla, tasfiyeciliğe teslim olduklarını, emperyalizmle kol kola girip emekçi kitlelerden uzaklaştıklarını bile görmezden geldiler.   Marksist-Leninist, komünist sıfatlarını unutmak-unutturmak için demokrat etiketini iliştirdiler bu kez de yakalarına. Önce dünya halklarını faşizmin pençesinden kurtaran Stalin’e saldırdılar. Sonra sıra Lenin’e geldi. Adım adım ilerleyip son olarak da Marks’a çevirdiler oklarını. Basının köşe başlarını tutan dünün “Marksistleri”, solcuları günde beş vakit günah çıkarıp kapitalizmi, emperyalizmi kutsar hale geldiler. Utanmazlık öyle bir noktaya vardı ki, Hitler’leri, Mussolini’leri, Pinochet’leri, Mc Carty’leri vb yaratan kapitalizmi tarihsel olarak haklı ilan ettiler.

Kimileri ise sosyalizm adına yeni dünyaların keşfine çıktılar. Devrimci şiddet, Leninist parti, proletarya diktatörlüğü gibi sosyalizmin onlar olmaksızın kazanılamayacağı ve korunamayacağı temel tespitleri suçlu ilan ettiler. Daha da ileri gidip, bunları tarihin rastladığı en korkunç diktatörlüğün gerekçeleri olarak mahkûm etmeye yeltendiler. Hiç kuşkusuz, bunlar sosyalizmi açıkça inkâr edenlerden çok daha tehlikeliydiler, sosyalizme çok daha büyük zararlar verdiler.

Öyleyse gerek emperyalizmin alçakça saldırılarına gerekse döneklerin, sosyalizmin içinden çıkan yeni düşmanlarına karşı ayakta kalabilmek, sosyalizmi tüm sevapları ve günahlarıyla sahiplenerek onu Marksist- Leninist bilimin ışığında insanlığın hizmetine sunabilmek için önce işe kendimizden başlamalıyız. Çünkü sosyalizmin bilimsel ideoloji olması onun öğrenilmesi ve kavranılması demektir. Sosyalizmi bir inançlar kavgası olarak nitelemek onu bilimsellikten soyutlamak anlamına gelir. Oysa sosyalizm kavgası somuttur; bilimsel, akli ve gerçekçi bir kavgadır. Bireylerin iradeleriyle ortaya çıkmış, yine karşıtlarının irade ve güçleriyle yok edilebilecek bir olgu değildir sosyalizm; tarihin akışının ve insanın kendi arayışının bir doğal sonucudur.

Bu saptama temel, belirleyici bir öneme sahiptir. Bunun içindir ki, emperyalistler, sosyalizm düşmanları salvo atışlarını bu noktada yoğunlaştırırlar, çünkü sosyalizmin tarihsel bir zorunluluk olduğunu emekçilerin bilinçlerinden uzak tutabildikleri ölçüde kendi ömürlerini biraz daha uzatma şansını yakalayabilirler. Bunun içindir ki, sosyalizmi bilimsellikten uzak bir ütopya olarak gösterirler. Bugün sosyalizme yönelik her türlü saldırı bu doğruların ve bu kavganın yarattığı her türlü değerin yok edilmesine dönüktür.

Onlar bilimin karşısına kendi aldatmacalarıyla çıkmaya çalışırlar. Sınıfların varlığını reddederler. En doğru ve gerçekçi verilerin kapitalist sistem içerisinde demokrasi, demokratik devlet vb. olduğunu ileri sürerler. En korkulu rüyaları olan proletarya diktatörlüğünü karalamak için burjuva liberalizmini göklere çıkarırlar. Oysa burjuva liberalizminin ne menem bir şey olduğunu tüm dünya emekçileri ve ezilen halkları yaşamlarının her anında acı bedeller ödeyerek öğrendiler.

Bugün sosyalizm düşmanlarının, emperyalistlerin en “sağlam” dayanaklarını sosyalizmin hataları ve yenilgisi oluşturmaktadır. Sosyalist iktidarların yanlış uygulamaları, çağın gereklerine yanıt vermekten uzak, yasakçı yaklaşımları, emperyalizme karşı enternasyonalist dayanışma anlayışı temelinde ortak mücadeleyi yükseltmek yerine birbirlerini hasım ilan etmeleri ve en önemlisi sosyalizmi bir bilim olarak algılamaktan uzaklaşıp sübjektivizme düşmeleri bu yenilginin belli başlı gerekçelerini oluşturmaktadır.

Ancak 70 yıllık sosyalizmin pratikte yıkılması, sosyalizm ideolojisinin bittiği anlamına gelmez. Tarih de bilim de sosyalizmden yanadır. Bu gerçekliği değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.

Hiçbir toplumsal sistemden bir diğerine geçiş öyle basit bir şekilde olmamıştır. 1989-90-2000’lı yılların yenilgisi son yenilgi olmayacaktır belki de. Ama tarih ileriye dönük akışını sürdürecek ve insanlığın tarihi komünizm aşamasına mutlaka ve mutlaka ulaşacaktır. Bu akışı hızlandırabilmek, insanlığın acısının olabildiğince kısa sürmesini sağlamak bizlerin sosyalist bilimi en iyi şekilde öğrenip bilince çıkarmamızla, bu bilim ışığında ezilen-sömürülen halkları ayağa kaldırmamızla mümkün olacaktır.

Burjuvazinin ve her türden gericiliğin saldırdığı, devrim dalgasının giderek daha da düştüğü, insanlığın çürüme ve yozlaşmaya mahkum edildiği böylesi bir süreçte, sosyalizm ve sosyalizm mücadelesi her zamankinden daha bir önem kazanmıştır. Bu da sosyalizmi istemek, ondan yana olduğunu söylemekle, eğitimle, mücadeleyle olur.

Bugün sapkın akımların daha güçlü, daha etkin olmaları, tasfiyeciliğin etki alanının büyük olması, her türlü burjuva akıma açık hale gelinmesi sürecin zayıflığındandır.

Bu süreçte eğitim olayının önemi hem burjuva akımlara karşı ideolojik mücadele açısından, hem de kendi eğitimimiz açısından önemlidir. Okumak, kendimizi geliştirmek, araştırmak, sorulara cevap bulmak, analizler yapmak, sosyalizm kavgası önündeki engellerin kaldırılmasında, mücadele yöntemlerinde zenginlik yakalamak omuzlamamız ve üstesinden gelmemiz gereken yaşamsal görevlerdir.

Tasfiyeciliğin etkisini kırmak istiyorsak atıl, durağan, cansız, adeta gelişmelere seyirci kalan devrimciler olmaktan çıkabilmeliyiz. Bunun için de okumak, öğrenmek bir zorunluluktur.

“Yaşanan tıkanıklığın aşılmasının tek bir yolu vardır: Yaşanan yenilginin sahiplenilmesi, yenilginin neden ve niçinlerine bulunan yanıtlarla geleceğin, yani sosyalizmin yeniden örgütlenmesi. Yaşayan ve yenilen sosyalizm deneyimlerinin ışığında; aynı olumsuzlukları tekrar etmeme, sorunları aşma noktasında bir üretim ve örgütlenme faaliyetinin yarattığı dinamik bir zeminde, geçmişine olduğu kadar geleceğine de sahip çıkan, halk yığınları nezdinde saygınlığını yeniden kazanmış, başı dik sosyalistler olabilmenin yolu buradan geçiyor.”

Ama bu yolu güçlü kılacak olan şey her şeyden önce, sağlam bir dünya görüşü yanında onu tutarlı savunmak ve duruşunu net belirlemekten geçiyor. Dünya görüşümüz olan bilimsel sosyalizm hiçbir zaman dar-mekanik ve dogmatik kalıpların ürünü olmadı. Yaşamın hareketliliği, gelişim seyri, çelişkileri, bilimsel sosyalizmi geliştiren temel olgular olmuştur. Hiçbir zaman bitmiş, tamamlanmış, söylenecek ve eklenecek bir şey kalmamıştır tarzında bir dogmalar bütünlüğü de olmamıştır. Yaşam da var oldukça, bilimsel sosyalizm de gelişme seyri içerisinde olmaya devam edecektir. O yüzdendir ki, Marksizm-Leninizmin yaratıcı özünü kavrayamadığımızda, gelişen kimi olay ve olgularda kafa karışıklığı kaçınılmaz olacaktır.

“Neden? niçin?” soruları kafa karışıklığının ve belirsizliğinin sonucunda bilimsel sosyalizmden uzaklaşmaya kadar varabilecektir. Bunun için de başından beri vurguladığımız eğitim, öğrenme, sosyalizmi kavrama sorunu bir devrimci için, mücadelesinde tutarlı kalabilmesinde elzem bir sorundur. Kapitalizmin tüm saldırılarına rağmen insanlık için sosyalizmin tek kurtuluş olduğu bir gerçeklik.  Sosyalizme saldırılan bir dönemde sosyalist kalmak, bugün insanlık cephesini güçlendirmektir.

Önceki İçerikTÜRKİYE – YUNANİSTAN’IN EGE KRİZİ , ABD
Sonraki İçerikSANSÜRE BOYUN EĞMEYECEĞİZ