KİRLİ SAVAŞLA BOĞULMAK İSTENEN , HALKLARIN SESİDİR

Kirli savaşla boğulmak istenen halkların sesidir, halkın sesi susturulamaz susmayacağız! 

“Savaş politikanın başka araçlarla çözülmesine başka bir şey değil” diyor ünlü Prusyalı General Clausewitz.

Savaş hasmının ekonomik, siyasal ve askeri alanda teslim alma, iradesini direncini yenme ve yerine kendi irade ve üstünlüğünü inşa etme çabasıdır. Savaş bir ya da birçok problemin çelişkinin, çözümsüzlüğün egemen olduğu bir ortamda, siyasal diyalog ve manevra alanını iyice tıkandığı bir kesite, taraflardan birisinin ya da bir kısmının başvurduğu şiddetle zorunlu zorun kendisidir.

Ülkemiz sınıflar mücadelesinde, egemen sınıfların krizlerinin derinleşmesi akabinde haklarımıza saldırılarını artırdıkları, ordu, polis, özel timi, istihbarat servisleri ve sivil faşist güçleri ile katliamlara, soykırım ve sindirme uygulamalarına yöneldikleri sıkça görülmüştür.

Böylesi dönemde oligarşi ilişkilerin şiddetlendiği, ekonomik ve siyasal krizin derinleştiği, eskisi gibi yönetmenin mümkün olmadığı, halk muhalefeti ve mücadelesinin geliştiği dönemlerdir. Oligarşi böylesi dönemde iç savaş politikalarına sarılarak muhalefetin ve devrimci güçlerin kendisi için ciddi bir tehlike oluşturma, oluşturmanın önünü almaya çalışmıştır. 12 Mart, 12 Eylül askeri faşist yönetimlerini gündeme getirerek krizini aşmak istemiştir. Daha doğrusu, halka karşı açık ilan edilmiş bir savaş yürütmüştür.  Bu savaşa bildiğimiz klasik savaşlardan farklı özellikler taşımaktadır.

Yıllardır bir iç savaş olasılığı karşı şekillenmiş olan oligarşinin vurucu güçleri, emperyalistlerin desteğini alarak ülke için her türlü yönetimi ve aracı devreye sokarak kuralsız bir şekilde baskı ve şiddet politikalarını, kirli savaş yöntemlerine başvurmaktadır.

Oligarşi böylesi bir savaş yürütmek için üstün bir psikolojik ve manevi güce ihtiyaç duymaktadır. Çünkü bu savaş bir dış düşmana karşı değil, ülke içerisinde haklarını isteyen, işçiye, köylüye, küçük üreticiye, esnafa, ulusal haklarını, ulusal kimliği isteyen Kürt halkına ve çeşitli azınlıklara karşı yürütülmektedir.  Egemen sınıfların böylesi bir savaşta uzun soluklu olabilmesi ancak ve ancak kitlelerin bilinçleri yalan ve spekülasyona dayalı psikolojik savaş yöntemleri ile çarpıtıldığı oranda mümkündür. Toplumsal cehalet, gerilik, bilinç eksikliği, örgütsüzülük, kadercilik, yozluk egemen sınıflarının kirli savaşana hizmet eden en önemli etkendir.

Düşman savaşta bunları kullanmakta, halkı içten yıkmanın, çökertmenin hesaplarını yapmaktadır.

Devlet bir yandan halkı işten çökeltmeye çalışırken, diğer yanda ise sürekli sahte iç ve dış düşmanlar yaratır. Bölücüler, hainler, teröristler, diş güçler ve benzeri demagojilere başvurur. „Milli birlik ve beraberliğin “tehlikede olduğunu söylerler. Kürt, Türk, Ermeni, Alevi düşmanlığını körükler. Şoven, milliyetçi politikaları ve örgütlere destek sunar. Gizli karanlık cinayet şebekeleri oluşturarak siyasal cinayetler, komplolar sabotajlar, şantajlar örgütler. Kendi parlamentosunun, parlamenterlerini, milletvekillerini dayı tehdit etmekte çekinmez. Her türlü demagoji ile de devrimci gelişmenin önünü tıkamaya tarafsız gözükmeye el altında ırkçı-faşist özel savaş birliklerini, daha doğrusu kelle avcılarını, ölüm mangalarını halkın karşısına dikmeye çalışır. Daha da sıkıştığı noktada „yeniden darağaçları kurarım idamlar yaparım “demek cüretini gösterir. Yargısız infazlar, gözaltında kayıplar çözüm olmadığı yerde idamlar da işe yaramayacağını bilirler ama çaresizlik içinde bunu da denemek ister. Tarihi, bilme, bilimsel doğruları, aklı sağduyu tersyüz ederek fanatik dinci yobazlığı geliştirerek orta çağ felsefesine sarılır. Diyanet, Tarikatlar, kuran kursları, medreselerin karanlıklarında ışık arar kendisine. İslam fantezim ile Turancılığı serüvenci emelleri ile birleştirir.

Diğer yanda devrim ve sosyalizm inancını yitirmiş, kendi özgücüne ve mücadelesine inançsizlaşan, umudu sistem içi kazanımlara bağlayan reformist, liberallerin önünü açar onları teşvik eder. Kitleler nezlinde bunları „sol, sosyalist “olarak lanse eder ve onların kitleleri sisteme bağlaması, sistem dışında bir çarenin olmadığına inandırır. Bir zamanlar polis sorgularında; „tabi ki bizim ülkemizin de solcuları, sosyalistleri olacak, ama siz bu örgütlere gidiyorsunuz, onlar bölücü, diş güçlerin maşası… şu örgütlere niye gitmiyorsunuz…“diyen papaz polislerin söylemleri boşuna değildi…

“Büyük ülke”, “büyük ulus”, “Dünya lideri” vb söylemi ile Balkanlardan Çin seddine kadar rüyalar görür, imparatorluk kurar elçiler, buyruklar gönderir. Her zaman yaptığı gibi, kurtlar sofrasında olduğunu yine unutur.

Savaş, ülke savunması, “ülkeyi bölüp parçalamak” bahaneleri altında, emekçi kesimlerin ücretlerine, alım gücüne, sofrasına, ekmeğine saldırır. Vergileri, haraçları, kesintileri arttırır, zam üstüne zam yapar, enflasyon devalüasyon hızla yükselirken o kendi saltanatını, Şah şali yaşamında vazgeçilmez ama halktan sürekli kemer sıkmasını tasarruf fedakârlık yapmasını ister.

Oligarşi sendikal hak ve özgürlükleri, düşünme ve örgütlenme özgürlüğü ayaklar altına alır. Devrimcilere, devrimci örgütlere saldırır ve yüz binlerce işçi özelleştirme, taşeronlaştırma girişimleriyle sokağa atmakla tehdit ederek kölece çalışmaya zorlar. “Borç yiğidin kamçısı”dır deyip emperyalistlerden aldığı borçlarla yine halkın cebinde ekmeğin de çaldıklarıyla ödemeye çalışır. 

Yine uçak, tank, top, tüfek füze, helikopteri vb halktan aldığı vergilerle alıp bunları halka karşı yürüttüğü kirli savaşta kullanır. Sonuçta aç kalan, yoksulluk, işsizlik ve gelecek korkusu çeken yine halk, yine işçiler ve köylüler. Yaşanan yokluk yoksulluk karşısında sesini çıkarana “bir mermini fiyatını biliyormusunuz” diye sorar. Bu sömürü ve zülüm düzeni öylesine kirli bir savaş üzerine kurulmuştur.

Bu düzen kirli savaşla halkın direncini yok etmek, boğmak istiyor…

Bir ülke yönetimi düşünün, yıllardır tepeden tırnağa silahlanmış ve hele de silahlanmaya devam ediyor.

Sormak gerekiyor cumhuriyet kurulduğundan beri bu kadar silahlanma kime hangi düşmana karşı savaştı? Bu ordu hangi güvenliği ve kimin güvenliğini sağladı?  Hangi cephede savaş kazandı? 

Kimlere karşı kullandı bu silahları? Bu kurşunlar, bu askerler. Öldürülen, katledilen, yakılan ve cesetleri çoğu zaman tanımaz hale gelen, tank paletleri arkasında sürüklene, karanlık odalarda, köy meydanlarında günlerce işkence de geçirilen, yıllarca cezaevinde her türlü insanlık dişi uygulamaya tabi tutulan, ölüme sürüklenen bu “düşmanlar” kimlerdir?

Bu hangi ülkenin toprağı, vatandaşları? ne istiyorlardı? hangi suçu işlemişlerdi bunlar?

Bunlara verilecek tek cevap şudur; Ordu, polis MIT, kontrgerilla ve sivil faşistler her yerde bu eli kanlı faşist devlet adına, “onun bekası, selameti için” Türkiye halklarının hakkı ve özgürlük istemlerine, özgür, insanca bir yaşam çabasına, gösterilerine, mitingine, yürüyüşüne, grevine Sendikasına, okuluna, evine, ekmeğine, emeğine ve onuruna saldırırlar. İnsanlığa ait ne varsa ayaklar altına alırlar. Sayısız toplu katliamlar, işkenceler, gözaltında kayıplar, milyonlara varan tutuklamalar gerçekleştirdiler. Halka, işçilere, gençlere, yoksul köylere, gözdağı vererek korku salmaya çalışırlar.  Baskı ve zor balığa dayalı düzenlerini sürdürmek için iyiden, güzelden, doğrudan yana her şeye, halkın tüm istem, özlem ve çabalarına ket vurmaya çalışırlar.

Her zaman, her yerde “suçlu” olan hep halktı, halkın evlatlarıydı! “Masum, suçsuz, günahsız, tarafsız” olan ise kimi zaman kukla parlamentolarla, kimiz zaman Amerikan patırtılı cuntalar ile yönetilen bu devletten başkası değildi. Demokrasi parti, parlamento seçim, hak, hukuk derler ama tüm bunların kapısına kilit vuran, işlemez hale getire kapatan ve yeniden açan yine de düzenleyen yeni de kendi oldular. Çünkü bu oyun başlatan sahneye koyan ve defalarca gösterime sunan onlardı. Onlardı göstermelik “parlamenter demokrasisi”nin figüranları.

 Sıkı yönetimler, kukla mahkemeler, olağanüstü hâl ve anti terör yasaları cuntalar, idamlar, infazlar, taşıdıkları kanlı yüzlerinde başka bir şey değildi. Yüz yılın nerdeyse çoğu zamanı sıkıyönetimler, olagan üstu hallerle yönetildi bu halk. Bu ordu ve polis gücü yüz yıldır aralıksız halka karşı kullanıldı.

“Cici demokrasi”, “halkçı kapitalizm”, “halkçı düzen”, “Temiz toplum”, “şeffaf karakol”, “adil düzen”, “vergi adaleti” “herkese iki anahtar!”, “herkese üniversite”, “dünya lideri”, büyük devlet” “Müslüman aleminin lideri” vb bunlar hepsi ama hepsi boş vaatlerdi. Halkın önünde, seçim önünde hepsi boş vaatlerden başka bir şey değildi. Amaç bilinçsiz, örgütsüz yoksul halkın duygularıyla, özlemleri ile ve istemeyle oynamak, onları aldatmak, bilinçlerini çarpıtmak ve böylece işbirlikçi düzenlerini sağlama almaktı.  

Bu rejim halk için değil, yalanlarıyla psikolojik savaş için çalışıyor

Basın yayın-organları, okulları ve eğitim sistemi, dalkavuk, ruhunu satmış aydınlar yalan haber, dedikodu ve spekülasyon üretmekte sınır tanımıyorlar. Rejim kendi kokuşmuşluk ve çürümüşlüğünün, sosyal ve ahlaki çöküntüsünü görmeksizin devrimciler, demokratlar, yurtsever, hakini arayanlara, sosyalizm ve sosyalist değerler hakkında azgınca bir karalama, çamur atma propagandası yürütüyorlar. Bunlarla devrimcileri ve sosyalizmi mahkûm edeceğini ve halkın, emekçilerin gözünde itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.

Oysa bu faşist düzende biliyor ki, bu korkuşmuş düzenin panzehri sosyalizmdir. Onarlın çürümüş, kokuşmuş düzenleri için çırpınmaları boşuna. Rüşvet, hissizlik, yağma tüm hücrelerine işlemiş, bunun için birbirinin ayağını kaydırmak için fırsat kolluyorlar. Birbirini dolandırma, aslan payını alma peşindeler. Tarikatlarıyla, diyanetiyle din kullanılarak her türlü ahlaksızlık meşrulaştırılıyor, kendi sapkınlıklarını dinle açıklama peşindeler.

Faşist cephe tama anlamıyla soyguncu, hırsızlar, ahlaksızlar cephesine dönüşmüştür. Tüm bu yaptıkları onları daha da batırıyor. Bunun içindir ki kirli Savaşı için triyonlar ayırıyorlar. Türkiye devleti bütçesinin yarısı kirli savaşı harcanıyor. Ordusu, polisi, korucuları, devşirme çeteleri, her gün yapılan yeni cezaevleri hepsi ama hepsi bu kirli savaşın sürdürülmesi, başarısı içindir.

Kirli savaş Kürdistan’da geniş çaplı bir soykırım ve imansızlaştırma dayatıyor.

Bir hal katlediliyor. Bir halka “ülkende terk etti, ya da öl” deniliyor.  Bir halkı teröristlikle suçlanıyor. Bir halk kendi can damarında koparılmak isteniyor.

“Suç”u kendi dilini, kültürünü yaşama tarzını, toprağını, bahçesini, köyünü istemesi… “Suç”u bu ülkede özgür demokratik bir ortamda yaşamak istemesi. “Suç”u bir ulus ve ulusal hakları olduğunu haykırması, ulusal hak ve özgürlükleri almaya çalışması…

 Bir halk katlediyor tüm dünyanın gözleri önünde, köy köy mezra mezra kasaba kasaba şehir şehir… bir halk yaşam zindan ediliyor, çoluk çocuk demeden…  Kürt halkıyla beraber bir kültür, bir dostluk bir kardeşlik yok edilmek isteniyor…

Burada yok edilen sadece Kürt halkı ve onun değerli değil, ama aynı zamanda Kürt ve Türk halklarının birlikteliği, kardeşliği ve iç içe geçmişliğidir.

 Şimdi düşman bunu buna oynuyor. Kürt halkını yalnız, her türlü destek veya dayanışmadan yoksun bırakmak ve bölgedeki işbirlikçi yapıları ve tüm güçleri aşiretleri, devletleri, milliyetleri, etnik azınlıklar ona düşman etmek istiyor. Kürt halkını devlet tarafında “bölücü terörist” ilan edilmiş durumda. Gerek bölgede gerekse dunyada tüm politikalarını bunun üzerinde şekillendirmekte. Irak’ta işbirlikçi KDP ile kol kola medya savunma alanlarına, Şenkal’a, Rojava’ya yönelik her türlü katliamı düzenliyor. Her türlü kimyasal silahı kullanıyor ve tüm dünya serdediyor.

 Faşist hükümetin hesapları uzun vadelidir. Kürdistan’ı gerek ekonomik gerekse de askeri abluka altında tutarak savaşı tüm acılarını ve yıkımı savunmasız sivil halka yaşatıp, ona silah ve silahlı direnişten koparmak, soğukluk, bitkinlik ve teslimiyeti yaratmayı hedefliyor. Kürt halkına düşmanlık üzerinde tüm bölgede hakimiyetini kurma peşinde. İsrail işgal altındaki bölgelerde Filistin halkina karşı uyguladığı işgalci-terörist politikaların bugün faşist sistem Kürdisinin tüm parçalarında uyguluyor. Ekonomik çöküntü ve yoksulluk içinde Kürt halkını içten çökertemeye çalışıyor.

Oysa bugün Kürt halkı her zamankinden daha kararlı ve daha azimli olarak özgürlük istiyor. Ekmek istiyor, insanca yaşamak istiyor, bilmek öğrenmek duymak düşünmek kendi dilini konuşmak, kendi kültürüne sahip çıkmak, örgütlenmek hakini aramak istiyor. Kürt halkı aydınlatmak, ayağa kalkmak, ileriye gitmek, yarın feodal aşiretsel yapıdan kurtulmak istiyor. İstemekten de öte tüm bunları kazanmak için savaşıyor direniyor, mücadele ediyor. Kürt halkının bu uyanışını önü kimse alamaz.  Ulusal uyanışı bu kirli savaşın ile yok edemeyecekler, sonunda kazanan tarafı mutlaka ama mutlaka Kürt halkı olacaktır.

Bu kirli savaşta Türk halkı savaşın dayanağı yapılmak isteniyor

Türk halkı da işçi, köylüsü, küçük üreticisi, esnafı, memuru ile sınıfsal baskının altında nefes alamaz duruma getirilmiştir. Tüm demokratik mevziler, kitle örgütleri, sendikalar, yasaklar kovuşturmalar, tutuklamaları, gözaltlar ile kuşatma altına alınmıştır.

Faşist sistem Kürt halkı uyanırken Türk halkı da uyansın isyan etsin istemiyor. Savaşın kentlere, ülke içine fabrikalara, varoşlara, okullara meydanlara yayılma tehlikesinin yarattığı kâbusu yaşıyor.  Onun için en ufak bir kıpırdanışı baskı, gözaltılar, zindanlar, bastırmaya çalışıyor. Faşizm bu korkuyla Türk halkına Kürt halkına düşman etmek istiyor. Bu savaşın faturasını ise işçi ve emekçilere kesiyor. Türk halkı Kürdistan`daki soykırıma, faşizmin politikalarına, düşmanlık yaratma çabalarına destek vermemelidir.

Devrimciler halkları birbirine yaklaştıran ve dostluğu, dayanışmayı geliştiren, pekiştiren politika ve örgütlenmeleri ile milliyetçilik ve şovenizm dalgasında önüne geçmelidirler. Yoksa hakları faşizmin milliyetçi-şoven politikalarını etkisinde güçten de direnişten düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Bundan yararlanacak olan karşı devrimdir.

Türk halkı Kürdistan’da yürütülen mücadeleye ve Kürt halkını istemlerine en iyi yanıtı örgütlenerek, silahlı-silahsız bir mücadeleyi hayata geçirerek, bulunduğu her alanda faşizmin karşısına dikilerek ve böylece düşman gücünü bölerek parçalayıp cevap verebilir. Buda faşizme karşı yeni savaş cepheleri açmakta geçmektedir.

Türk halkı işbirlikçi sarı sendikacılardan, sosyal demokrasinin aldatmacalarından icazetli reformist-liberal soldan, tasfiyeci oportünist anlayışları teşhir ve arasına mesafe koyarak ancak sağlam, savaşçı devrimci bir örgütlü önderliğinde kurtulabilir. Ve Türk halkı ancak böylesi bir gelişmeyle hem kendisi hem de Kürt halkı üzerindeki baskı ve zorbalığın gücünü kırabilir. Devrimci hareket tarihsel öncülü misyonunu yaşadığı tüm zorluklara ragmen yerine getirmek durumuyla karşı karşıyadır.

Tarihi ve sınıflar mücadelesi halkların kardeşliğinden bahsediliyorsa, bugün bu kardeşliği somutlaştıracak, ona kan ve can verecek olan devrimci irade, inanç ve devrimci eylem saflarımızda yaşam bulmalı, kök salmalıdır. Halkların gönüllü fed etmek, özgürlüğün ve geleceğin teminatı haline gelmek halkla bütünleşen ve savaşan bir güç olmaktan geçmektedir.

Bu kirli ve soykırımcı savaşta Kürt halkı yalnız değildir

Tüm dünya halkları emperyalistlere ve onun uşaklarına karşı ezilenlerin mazlumların cephesinde birleşirler. Tüm mazlum halkların kurtuluşu ve gelecekleri baskıya, sömürü ve zülüm yok etme mücadelesine geçmektedir. Uluslararası dayanışma birliktelik ortak mücadele etme cephesinin zaferi için olmazsa olmaz koşullardandır.

Kürt halkının haklı davası en büyük müttefiki, dostu ve Türk halkı ve onun mücadelesidir. Bugün faşizmin Kürdistan’da yürüttüğü kirli savaş bu dostluğu sınama, geliştirme ve halkları yeni bir temelde kazanma, birbirine yakınlaştırma, mücadele içinde aynı çatı altında birliktelikler oluşturma sürecinin de yatmaktadır. Anacak bu birliktelikler ilkeli ve mücadeleyi geliştiren ön açıcı olmak zorundadır.

Düşman bugün tüm yok edici silahlarıyla top yokun bir saldırıya geçmiş durumda. Böylesi bir dönemde devrimci-demokrat safları daha sıkı, daha güçlü bir şekilde örmeli, donanımlı ve böylece düşmanın saldırılara göğüs gerebilmelidir.

Devrimci hareket faşizmin Kürdistan’da Kürt halkina karşı yürüttüğü ulusal baskı ve züllüme karşı gücü oranında her dönem mücadele etmiş, halkların ortak mücadelesinin ve kurtuluşunun kararlı bir savunucusu olmuştur. “Kürt halkı yalnız değildir” şiarı her defasında faşizmin kalelerine dikilmiştir.

 İşte gerçekten Türk ve Kürt halklarının dostluğu bugün faşizmin yürüttüğü topyekûn savaşa karşı mücadelede yeniden güçlü bir sınavla karşı karşıyadır. Devrimci harekete bu noktada büyük göreve sorumluluklar düşmektedir.

Bugün birtakım yetmezlikler olumsuzluklar yaşansa da Türk ve Kürt halkları bu sınavda mutlaka daha güçlü ve kazançlı çıkacaklardır.

Faşizme karşı mücadelede gerçek kurtuluş devrimde, sosyalizmde

Bugün emperyalistler arası çelişkiler giderek daha fazla keskinleşiyor. Yeni bir pazarları paylaşma kavgasında Kürdistan ve Orta Doğu’da nasıl daha fazla pay kapabilirim diye telaş içindeler. Bunun için Kürt mücadelesi bir sıçrama, atlama tahtası olarak kullanma emelleri çabaları gündemdedir. Türkiye Kürdistan ve Ortadoğu emperyalistlerin pazar kavgalarını şiddetlendi önemli bölgeler arasındadır. Devrimci hareket emperyalizmin oyunlarına karşı duyarlığı elden bırakmamalıdır. Kürt halkı emperyalizmin çıkarları, çelişkilerinin kurbanı haline gelmemelidir. 

Faşizm Kürt halkını yurtsever hareketten koparmak, yurtsever hareketim mümkünse yok etme, gücünü kırma ve daha sonrası kısmi birtakım reformlar kırıntısıyla de kendi rotasına çekmenin hesaplarını yapıyor. Açıktır ki Kürt halkı düşmanı vereceği bu tür kırıntılar karşında bir şey elde edemez.

Faşizm bugün tüm şaşalı söylemlerine, saldırılarına rağmen çaresizlik içindedir. Kürt sorunu halletmeden Orta Doğu’da ciddi bir süreç yaşaması olanaksızdır. Bu noktada gerek iç, gerekse diş siyasete Kürt sorunu başta sorun olarak faşizmin gündemindedir. “Ya bitireceğiz ya bitireceğiz” söyleminin arkasında bu gerçek vardır.

Kirli savaşın uygulayıcısı faşizmle beraber emperyalist güçlerdir. Faşizmi tepeden tırnağa siyahlandıran, destekleyen yol ve yöntem gösteren emperyalizmdir. Emperyalizme ve faşizme yönelmeden ne Kürt ne de Türk halkı bağımsızlık ve gerçek kurtuluşu kavuşamazlar.

Kürt Türk ve tüm milliyetlerden emekçi halklarımızın gelecekleri burada birleşmektedir. Faşizmin tüm egemen sınıflar blokuyla saldırdığı noktada devrimcilerin görevi silahlı mücadele yürütecek ciddi bir yeraltı örgütünü yaratmaktır. Düşmanın saldırısını, iç savaşını zorluklarına göğüsleyebilecek örgütlülük oluşturulmak zorundadır.

Önümüzdeki vazgeçilmez görev böylesi bir örgütlülüğü yaratmaktır.

Devrimci bir iç savaşın yürütülebilmesi için bugünkü gücümüzün çok çok üzerinde bir örgütlük ve çalışma içerisinde olmamız gerektiği açıktır. Yaşadığımız süreç bunu bize dayatmaktadır. Düşmanım tüm saldırıları, demagojileri daha uzun vadeli olası gelişmelere karşı hazırlıklı olmalıyız. Faşizme karsi özgürlüğün, bağımsızlığın ve sosyalizmin öncüleri temsilcileri ve yöneticileri Türkiye halklarına Önder güçlü olmak istiyorsak çalışmalarımızı çabamızı, fedakârlık gelişim ve dönüşümüzü, yaratıcılığımızı kat ve kat artırmak zorundayız. Mücadeleyi, hareketti her koşulda her zaman sahiplenme anlayışı bir fil her yerde egemen hale getirmeliyiz. Kısacası üretimin, yaşamın olduğu her yerde disiplinli, kararlı örgütlülük yaratmak zorundayız.

Kürt ve Türk haklarının geleceği sınıfsal kurtuluş mücadelesindedir

Emek verilmeden, mücadele edilmeden, hak ve özgürlüklere sahip çıkılmadan, kazanılan mevziler korunmadan ve yenilerini alma çabası olmadan halkların daha güzel daha iyi bir yaşam kurmaları ve bu yaşamları mümkün değildir.

Halklar kendi kaderini ancak ve ancak kendi elleriyle değiştirebilirler. Ülkemizde gerçekleşecek özgürlük, bağımsızlık ve sosyalizm halkların mücadelesinin ortak eseri olacak ve bu perspektif ve anlayışla gelişip güçlenecektir.

Ulusal uyanış ve istemler sınıfsal temelde yürütülen mücadele ile birlikte ele almalı ve kaynaştırılmalıdır. Kürt ve Türk halkların geleceği birlikte yürümeleri faşizmin tüm barikatlarını yıkarak özgürlüğün, bağımsızlığın ve sosyalizmin yolunu açacaktır.

11 Ağustos 2023

Önceki İçerikTEMMUZ AYI KADIN CİNAYETLERİ
Sonraki İçerikKADIN CİNAYETİ VE ŞİDDET