İzmir Belediye işçilerini grevi ve tekrar gündem olan grev kırıcılığı üzerine Jack London kısa bir alıntı.
Tanrı çıngıraklı yılanı, kara kurbağayı ve vampiri yarattıktan sonra, elinde kalan en pis, en lanetli malzemeyle bir de grev kırıcıyı yaptı.
Grev kırıcı dediğin, iki ayak üstünde gezen ama içi lime lime olmuş bir yaratık. Beyni su gibi, ruhu burulmuş bir vida sanki. Omurgası jöleden, tutkaldan… Kalbinin olması gereken yerdeyse, çürümüş ilkelerden oluşmuş koca bir ur taşır.
O sokaktan geçti mi, insanlar arkasını döner, melekler ağlar gökyüzünde, şeytan bile cehennemin kapısını kilitler, “bu bile fazla” der.
Bir insan, yaşadığı yerde hâlâ kendini içine batırabileceği bir göl varsa ya da kendini asacak bir urgan bulunuyorsa, grev kırıcı olamaz, olmamalı. Yahuda, efendisine ihanet etti ama sonra utanıp kendini astı. Grev kırıcıda öyle bir yüz bile yoktur.
Esav doğuştan hakkını bir tas yemeğe sattı. Yahuda, peygamberini otuz gümüşe. Benedict
Arnold, ülkesini bir rütbe uğruna satılığa çıkardı. Ama grev kırıcı… O, her şeyini satar: hakkını, toprağını, karısını, çocuklarını, arkadaşlarını… İşverenin yalan dolan vaadi için hepsini gözden çıkarır.
Esav kendine; Yahuda Tanrı’sına; Benedict Arnold vatanına ihanet etti. Grev kırıcıysa hem Tanrı’ya, hem vatanına, hem ailesine, hem de kendi sınıfına ihanet eder.
Bir Grev Kırıcıya Yergi (Ode to a Scab) – Jack London