Sesiz kalma, susma
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte yaşadığımız topraklarda azınlıklar ve farklı inançlar her dönem katliam, soykırıma yok sayılmaya maruz kaldılar/kalıyorlar.
Kuşkusuz ki bunların en başında gelen ise Alevi inancı olmaktadır. Sistem her sıkıştığında ya da şoven duyguları ayağa kaldırmak istediğinde faşist ve şeriatçı maşaları vastasiyla Alevi halkımıza karşı katliamlara girişmiştir. Sivas, Maraş, Çorum, Gazi sadece bu katliamların öne çıkanlarıdır.
Ancak tüm bu katliamlar içinde 2 Temmuz Sivas Madımak katliamı ayrı bir yer almaktadır. Maraş’ta hamile kadınların karnını deşen bu insanlık dişi güruh Sivas’ta adeta bir törenle, devletin gözetiminde Pir Sultan Abdal Kürktür Derneği tarafından organize edilen şenlikler kapsamında Sivas’ta bulanan aydın, yazar, sanatçıları Madımak otelinde diri diri yakılmasıdır.
2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas ilinde yaşanan katliam, ülkemizin tarihindeki utanç varıcı sayfalardan birini oluşturmaktadır. Bu vahşet dunya insanlık tarihinde Türk devletinin insanlığa karşı utanç ve suçunun tarihe kaydıdır.
Alevi toplumuna yönelik sistematik bir ayrımcılığın ve nefretin sonucunun her dönem devlet tarafında kışkırtılıp desteklendiğini hiç kimse inkar edemez. Pir Sultan etkinlikleri için Sivas’ta bulunan ülkenin aydınlık yüzü, yazar, sanatçıların katledilmesinde başını o dönemin Refah Partisi Belediye başkanı Kahramanoğlu’nun çektiği güruh ’ye “kazanız mübarek olsun” açıklamasıyla saldırı emrini verdi. Madımak Oteli’nde toplanan Alevi yazar ve sanatçılar, otelin kuşatılması ve ardından ateşe verilmesiyle başlayan yangında 33 canımız yakılarak katledildi.
Bu katliam, vahşet yapılırken devletin kolluk kuvvetleri saldırganların korumasını yapmak dışında bir şey yapmazken gün boyu ülkede adeta devlet yok oldu. Ancak katiler hedefini ulaştıkları bu insanlık suçunu işledikleri, otelin içinde ki insanlarla küle dönüştükten sonra ortaya çıktı. Ama bu ortaya çıkışta aslında katliamı kendilerinin yaptırdığını inkar eden değil tam tersi o dönemin başbakanı Tansu Çiler; “Güvenlik güçleri ellerinden geleni yapmıştır” ve “Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur, bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır” ifadesini kullanırken, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” evet onlar için tek önemli olan kiralık katileri, maşalarının bir zarar görmemiş olmasıdır.
Başta da ifade ettiğimiz gibi devletin, Alevilere yönelik bu tür saldırılara karşı yeterli önlemleri almaması eleştiri ve söylemleri doğru değil. Bu yaklaşım devletin katliamdaki rolünü hafifletmektir. Hâlbuki ki çok iyi bilinmektedir ki tarih boyunca devlet hep bu saldırıları destekleyen bir tutum sergilemiş, ya da bizzat kendisi örgütlemiştir tıpkı 2 Temmuz 1993’te Sivas vahşetinde olduğu gibi.
Siyasi otoritelerin, Alevi kimliğini suni din temelleri üzerinden distile etmesi ve bu toplumu marjinalleştirmesi, katliamların zeminini hazırlamıştır. Devletlerin mezhepsel çatışmaları körükleyerek iktidarlarını güvence altına alma çabaları, Maraş, Çorum ve İstanbul Gazi katliamları gibi olaylarla da somutlaşmıştır. Bu katliamlar, Alevi toplumunun hedef alınmasının yanı sıra, iktidar sahiplerinin kendi güçlerini pekiştirmek için kullandıkları birer araç haline gelmiştir.
Bu insanlık dışı katliamın davasının avukatlarının AKP içinde yer alması ve milletvekili yapılması, davanı zaman aşımına uğratılması devletin rolünün bir sonucudur. Bir insanlık suçu olan bu katliamın zaman aşımının olamayacağı, halkların yüreğinde bu katiler ve onları kollayanların suçu asla zaman aşımına uğramayacak hesabını vermekte kurtulamayacaklardır. Ancak şeriatçı faşist Erdoğan Hizbullah davasında olduğu gibi cumhurbaşkanlığı yetkisini kullanarak tutuklu olan katileri yaşları gerekçe gösterilerek serbest bıraktılar. Cezaevlerinin ölüm evlerine dönüştüğü ülkemizde hasta tutsakları içerde ölüme terk edenler bu katilere karşı borçlarını ödüyorlardı.
Benzer bir katliam, soykırım bugün Suriye’de de yaşanmaktadır. Suriye’de adeta paraşütle getirilip Şama oturtulan DAİŞ artığı HTŞ ve Türkiye’nin Türkmenleri koruma adi altında oluşturduğu çetelerce düzenlenmektedir. Bu katliamın başını çeken çete başları daha önce Ankara’ya gelerek faşist şef Devlet Bahçeliyi ziyaret ederek birlikte medyaya poz vermişlerdi.
Suriye iç savaşını başlatan finanse eden ülkeyi kan gölüne çevirenler “rejimin artıkları” demagojisiyle Alevi katliamını meşrulaştırmaya çalışmaktalar. HTŞ resmen tanıyan ziyaret turları düzenleyen Avrupa Birliği çıkarları gereği HTŞ’yi aklarken hazırladıkları raporda; “Alevi katliamını düzenleyenler HTŞ güçleri değil Türkiye destekli radikal İslamcı guruplardır” diyerek HTŞ aklama çabasına girmişlerdir. Ancak çetelerin çekip yayınladıkları video ve yaptıkları açıklamalarda bu katliamı savunan ve Alevi halkının katliamının meşru ve hak olduğunu ifade eden HTŞ’nin yöneticileridir.
Tarih boyunca ülkemizde Alevi toplumu mezhepsel ayrımcılığa maruz kalmış ve her dönem katliama, baskıya hedef olmuştur. İşte bugün buna Suriye eklenmiş ve her kes adeta uç maymunu oynamakta bu katliam karşısında. “Görmedim, duymadım” tiyatrosunu oynamaktalar. Alevi inancına sahip halklarımızın sistematik olarak hedef alınması, insanlık sucudur.
Her iki olay da inanç farklılıklarının ve hoşgörüsüzlüğün ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini göstermektedir. Bunu kışkırtan, emperyalist ve onun işbirlikçisi faşist devletler ve onların efendisi hakim sınıflardır. Bu tür insanlık suçlarının önlenmesi, halkların ve inançların bir arada özgür ve eşit yaşamasının biricik yolu halkın iktidarıdır. Unutulmamalıdır ki, geçmişte yaşanan bugün farklı topraklarda devam eden acılar, katliamların önüne geçmenin biricik yolu örgütlenmek, mücadele etmek ve halkın iktidarını gerçekleştirmekten geçmektedir.
Bir kez daha Sivas’ta katledilen canlarımızı saygıyla anarken, Suriye’de sürdürülen katliama sesiz kalmayalım, suça ortak olmayalım.
Sivas katliamını unutmadık, unutturmayacağız!
1 Temmuz 2025