DÜZENİN KORKUSU, HALKIN ÖFKESİ, DEVRİMİN TESLİM OLMAZ İRADESİNİN ADIDIR!
“Bize ölüm yok!” sloganı ilk kez 19 Şubat 1972’de İstanbul Arnavutköy’de, fedai kuşağın öncülerinden Ulaş Bardakçı’nın sesiyle yankılandı. O ses, cellatların yüzüne bir meydan okumaydı.
Yıllar sonra, 12 Temmuz 1991’de İstanbul semalarında aynı ses bir kez daha yükseldi.
Bu kez Mahir’in, Ulaş’ın, Hüseyin’in devamcıları konuşuyordu. Bayrağı onlardan devralanlar, onların inancıyla, kararlılığıyla yaşadılar ve yaşadıkları gibi ölümsüzleştiler. Teslim olmadılar. Boyun eğmediler. Ölümü sloganlarla, marşlarla karşıladılar ve ölümü yendiler!
Faşist devletin ölüm mangaları, 12 Temmuz 1991’de İstanbul’un dört bir yanında bir gece vakti harekete geçti. Devrim savaşçılarının ve önderlerinin bulunduğu evleri kuşattılar. Bu, faşist devletin azgın saldırganlığıyla, devrimci iradenin doğrudan karşı karşıya gelişi, yüreklerin, inançların, kimliklerin çatışmasıydı.
Dikilitaş, Balmumcu, Nişantaşı, Yeni Levent… Kontrgerilla şefi Mehmet Ağar komutasındaki özel timler, tek tek hedefledikleri evleri bastılar. Ama karşılarında sıradan insanlar yoktu. Karşılarında devrim için yaşamını feda etmeye ant içmiş olanlar vardı.
Onlar teslimiyeti değil çatışmayı, ihaneti değil onuru, suskunluğu değil marşı seçtiler!
Niyazi Aydın, İbrahim Erdoğan, İbrahim İlçi, Cavit Özkaya, Hasan Eliuygun, Nazmi Türkcan, Bilal Karakaya, Zeynep Eda Berk, Yücel Şimşek, Ömer Coşkunırmak…
Ve iki gün sonra Ankara’da aynı operasyonun devamında katledilen Fintöz Dikme ve Buluthan Kangalgil…
Onlar, 12 Temmuz’un kızıl yıldızları, feda kuşağının ölümsüz isimleridir!
Devletin hedefi nettir: ABD Başkanı Bush’un Türkiye ziyareti öncesi, devrimcileri imha ederek “temizlik” yapmak…
Ama hesaplayamadıkları şey şuydu:
Bu topraklarda devrimcilik, yalnızca fikir değil, yürek, cesaret ve feda iradesiyle yoğrulmuş bir yaşam biçimidir.
12 Temmuz bir teslim alma operasyonu değil, bir kuşağın topyekûn direnişidir.
Çatışarak, barikat kurarak, marşlarla ölüme yürüyenlerin adıdır.
12 Temmuz, bir halkın hafızasında, ezilenlerin belleğinde kazınmış bir tarihtir.
Bu topyekûn imha saldırısı, oligarşinin halklara karşı başlattığı yeni savaş döneminin açık ilanıydı.
1991 Temmuz’undan sonra faşist devlet, halka karşı daha kapsamlı, daha kanlı, daha pervasız bir savaş yürütmeyi resmi politika haline getirdi.
Ama 12 Temmuz sadece katliamın değil, direnişin, devrimci inancın, kararlılığın ve fedakârlığın tarihidir.
12 Temmuz bir dönüm noktasıdır!
Çünkü devrimci irade, düşmanın kuşatması karşısında Ulaş’tan, Mahir’den, Hüseyin’den miras kalan onuru sahiplenmiştir.
Çünkü teslim alınamayan bir kuşak, bir dönemin karakterini belleklere kazımıştır.
Çünkü feda ruhuyla yürüyenler, yalnızca direnişi değil, gelecek kuşaklara zafer umudunu da miras bırakmıştır.
Kapılarına dayanan faşizme diz çökmediler.
Yaşamlarını halkın kurtuluşuna adamışlardı.
Ve gözlerini kırpmadan, devrim uğruna ölüme yürüdüler!
Bugün 12 Temmuz’un anlamı daha da büyüktür:
Çünkü düzenin baskısı tüm şiddetiyle her geçen gün dahada tırmanıyor.
Çünkü halk yine açlık, işsizlik, güvencesizlikle yüz yüze bırakılıyor.
Ve bu karanlığın içinde yolumuzu aydınlatan, 12 Temmuz şehitlerinin yaktığı devrim meşalesidir.
12 Temmuz: Fedakârlığın adıdır. İnancın zirvesidir.
Bu tarih, yalnızca geçmişin anısı değil, bugünün mücadelesi, yarının zaferidir!
12 Temmuz’da şehit düşenler, sadece devrimci bir kuşağın kaybı değil, tüm bir halkın öfkesidir!
Bugün görev nettir:
O yoldaşların bıraktığı yerden yürümek,
Barikatı yükseltmek,
Halkı örgütlemek,
Mücadeleyi büyütmektir!
12 Temmuz’u yalnızca anmak değil, yaşatmak devrimcilerin görevidir.
12 Temmuz’da teslim olmayan, devrimin onuru olanlar yolumuzu aydınlatıyor!
12 Temmuz feda kuşağı devrimin öncüsüdür!
Yolumuz devrim yolunda bayraklaşanlarını yoludur!