Kriz Kıskacında Türkiye ve Kurumsallaşan Karşı-Devrim

Türkiye, siyasal tarihinin en karanlık virajlarından birine girmiş durumda. Sermaye egemenliğinin temsilcisi AKP-MHP bloku yalnızca bir iktidar koalisyonu değil; aynı zamanda açık bir karşı-devrimci rejimin kurucu gücüdür. 22 yılı aşkın süredir inşa edilen tek adam rejimi, artık bir restorasyonla değil, topyekûn bir rejim değişikliğiyle kurumsallaşmaktadır. Bu kurumsallaşma yalnızca faşizmin yeni biçimlerine değil, aynı zamanda halk sınıflarının tüm direnç damarlarının sistematik biçimde tasfiyesine yöneliktir.

Bugünkü süreci belirleyen üç temel başlık öne çıkmaktadır:

  1. PKK’nin fiili silahsızlanması ve direniş hattından geri çekilmesi,
  2. CHP’ye yönelik yoğunlaşan kuşatma ve sistem içi muhalefetin işlevsizleştirilmesi,
  3. Rejimin otoriterliğin ötesine geçerek, şeriatçı-faşist bir karakterle yeniden örgütlenmesi.

Bu üç dinamik, bir bütün olarak sistem içi çözüm ve arayışın stratejinin ayaklarını oluşturmaktadır.

PKK’nin Geri Çekilişi: Direnişin Yerine Statü Beklentisi

Kürt özgürlük hareketi, tarihsel bedellerle ördüğü gerilla hatlarından fiili olarak çekilmiş, savunma pozisyonuna geçmiştir. Gare, Zap, Kandil vb bombardımanlarına karşı savunma çizgisi hâkimdir. Bu yalnızca geçici bir taktik değil, devrimci savaş çizgisinden stratejik bir geri çekiliştir.

Savaş yorgunluğu, diplomatik denge, uluslararası meşruiyet gibi kavramlarla meşrulaştırılmaya çalışılan bu geri adım, gerçekte Saray rejiminin içeride ve dışarıda daha rahat hareket etmesine zemin hazırlamaktadır. Rojava’daki kazanımları koruma adına Türkiye’deki direniş hattından vazgeçilmesi, bedelini doğrudan Kürt halkına ödettirmektedir. Ancak faşist Türk rejimi Rojava`ya yönelik işgal tehditlerini yeniden here gecen gün daha üst perdede dilendirmekte, tehditler savurmaktadır.

Rojava’ya yönelik tehdit dili değişmediği gibi, faşist Türk devleti ile HTŞ benzeri çetelerin ittifakı daha da güçlenmiştir. “Normalleşme” adı altında sunulan bu süreç, özünde halklara teslimiyeti dayatmaktadır. Diplomasi masalarındaki statü pazarlıkları, halkların öz-savunma hakkını, özgürlük arayışını ve kendi kaderini tayin hakkını yok saymaktadır.

CHP Kuşatma Altında: Sisteme Gömülmek İstenen Burjuva Muhalefet

Saray rejimi, bir yandan Kürt hareketini etkisizleştirirken, diğer yandan sistem içi muhalefeti de hizaya getirme stratejisi izlemektedir. CHP, yerel seçimlerde kazandığı mevzileri halkçı, demokratik mücadeleci bir hatta dönüştürememiş, tersine rejimin yönlendirmelerine açık hâle gelmiştir.

İmamoğlu ve Belediyeler üzerinde yürütülen kuşatma, yargı darbeleri, medya operasyonları, MHP eliyle geliştirilen tehdit diliyle tamamlanmaktadır. CHP’nin laiklik, hukuk devleti, demokratik ilkeler gibi asgari cumhuriyet değerlerini savunması dahi artık suç kapsamına alınmakta, “eski rejimin kalıntısı” olarak kriminalize edilmektedir.

Saray rejimi, “normalleşme” söylemini kullanarak aslında muhalefeti terbiye etmeye, halkı ise umut kırıklığına itmek istemektedir. Sistemin muhalefeti biçimlendirmeye çalıştığı bu tabloda, devrimci-sosyalist hareketin pasif kalması kabul edilemez bir tarihsel zaaf olacaktır.

Karşı-Devrim Kurumsallaşıyor: Faşist Rejimin Kalıcı İnşası

Bugün karşı karşıya olduğumuz yapı artık bir “otoriterleşme” sorunu değil; dinci-faşist karaktere bürünmüş sistematik bir karşı-devrimci rejimdir. 2017 referandumu ile temelleri atılan bu rejim, anayasayı fiilen ortadan kaldırmış, bütün güçleri tek merkezde toplayarak hukuku, medyayı, üniversiteleri, sendikaları büyük oranda sindirmiştir. İmamoğlu operasyonuyla başlayan ve öğrenci gençliğin öncülüğünde barikatların aşılması korku duvarlarının yıkılmasıyla hareketlenen sokağı kontrol altına alma çabasında.

Kendisi dışında herkesi hedef alan, Alevileri, Kürtleri, kadınları ve gençleri sistematik olarak hedef haline getiren bu yapı, sıradan bir baskı rejimi değil, karşı-devrimci bir devlet aygıtıdır. Her türlü muhalefet ya susturulmakta ya da kriminalize edilerek linç edilmeye çalışılmaktadır.

Bu tablo, örgütsüzlüğün ve ideolojik bulanıklığın sonuçlarını daha da yakıcı hale getirmektedir. Reformist ve liberal sol çevrelerin hâlâ “normalleşme”, “demokratikleşme”, “sivil siyaset” gibi kavramlarla oyalanması yalnızca safdillik değil, tarihsel bir suç ortaklığıdır. Bunanlarda kopuşu sağlayamayan, bunlara tabi olan devrimci örgütler kopuşu sağlayamadıkları oranda ayni suçun ortakları olmaktan kurtulmayacaklardır.

Görevimiz: Direnişi Yeniden Örmek, Devrimci Hattı Yeniden Kurmaktır

Bugün görevimiz, sistem için arayışlarda medet uman, umut bağlayan değil, bu halk düşmanı rejime karşı örgütlü halk gücünü inşa etmek, öz-savunma hakkını devrimci biçimde yeniden örmek, faşizme karşı halkın devrimci mücadelesini büyütmektir.

Rojava’da kadınların öncülüğünde yükselen özgürlük bilinci, Türkiye’de sınıf hareketiyle, Alevi halkının kendini ifade özgürlüğü talebiyle, gençliğin özgürlük arayışıyla, kadınların yaşam direnişiyle buluşmak zorundadır. Bu, ancak devrimci öznelerin yeniden ayağa kalkmasıyla mümkündür.

PKK’nin içine girdiği yeni süreci dostane, yapıcı eleştirilerle yaklaşırken, halkların öz-savunma hakkını yalnızca savunmakla kalmamalı, devrimci biçimde örgütlemeliyiz. CHP’nin edilgenliğine kitleleri mahkûm etmek yerine, sermaye egemenliğine karşı sosyalist bir alternatifi büyütmek, devrimci hattı daha güçlü olarak yeniden kurmak zorundayız.

Sonuç: Tarih Suskunları Değil, Direnenleri Yazar

Bu rejim; Kürt’e, Alevi’ye, kadına, işçiye, gence, yoksula, doğaya kısacası uşağı olduğu sınıflar dışında her şeye düşmandır. Ve bu düşmana karşı verilecek cevap ancak örgütlü halk iradesiyle, bağımsız devrimci siyasetle mümkündür.

Türkiye’de otoriterliğin ötesine geçen, şeriatçı faşizmin kurumsallaştığı bir dönemdeyiz. Kitlelerin bir kez daha sistemin başka bir partisine umut bağlaması, onu takip etmesi kabul edilemez. Bu gerçek değiştirilmediği sürece, tarih karşısında en büyük sorumluluk devrimci harekete ait olacaktır. Bu bilinçle hızla devrimci hattı yeniden inşa etmek kaçınılmazdır.

Bu sorumluluktan kaçamayız. Kaçmamalıyız, kaçmayacağız, inadına direniş, inadına mücadele sosyalizm şiarımız olmaya devem edecektir.


Susarsak kaybederiz, örgütlenirsek, mücadele ederek, M-L ideoloji, kendi öz gücümüz, halkın öz gücüne güvenmek bunun üzerinde yürümekle ancak kazanırız.

Önceki İçerik31 Yıl 3 Ay: Zindandan Tutsaklığı şovenizmi histerik krizi
Sonraki İçerikÜlke genelinde yangınlar büyüyor, devlet seyrediyor