Gazze’nin Yıkıntıları Üzerinde Çakalların Şovu

Ortadoğu, uzun süredir emperyalist güç bloklarının çıkar çatışmalarının en sert biçimde somutlaştığı bir coğrafya olarak dünya kapitalist sisteminin jeopolitik laboratuvarına dönüşmüş durumda. Gazze Şeridi’nde yaşanan yıkım ve vahşet yalnızca bölgesel bir çatışma değil; kapitalizmin küresel sömürü mekanizmalarının tüm çıplaklığıyla teşhir edildiği tarihsel bir andır. Bu süreçte “barış”, “ateşkes” ve “yeniden inşa” gibi kavramlar, gerçekte yeni bir emperyalist paylaşımın üstünü örten birer perde işlevi görüyor.

İsrail ile Filistinli gruplar arasında varılan ateşkesin ardından, Şarm El-Şeyh’te “Şarm El-Şeyh Barış Zirvesi” düzenlendi. Zirve, görünürde “barış” çağrısı yapsa da aslında yıkımın ardından kurulacak yeni düzenin paylaşım masasıydı. Ortada tek bir gerçek vardı: Çakallar sofrası çoktan kurulmuştu.

Donald Trump, zirvede ateşkesi bir “zafer” olarak sunarken bir yandan müttefiklerini hizaya sokuyor, diğer yandan emperyalist blokun Gazze üzerindeki hegemonyasını kurumsallaştıracak “Trump Bildirisi”ne imza attırıyordu. Trump’ın “Üçüncü Dünya Savaşı Ortadoğu’dan başlamayacak” sözleri, barıştan çok emperyalist güç dengelerinin korunması arayışını yansıtıyordu. Gazze vahşetinde ticari ilişkilerini kesmeyen, İsrail’e her türlü desteği sürdüren güçler bugün barış maskesi takarak sahneye çıkıyor. Lenin’in sözleri bu tabloyu net biçimde özetliyor: “Burjuvazi için barış, sadece yeni savaşlara hazırlık dönemidir.”

Recep Tayyip Erdoğan’ın “Gazze’de görev gücü” ve “yeniden inşa” söylemleri de bu paylaşım masasında bir pozisyon alma çabasının parçası olarak öne çıkıyor. Körfez ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa devletlerinin sürece dahil edilmesi; yıkımın maliyetinin “insani yardım” söylemleriyle meşrulaştırılıp kazancın uluslararası sermaye blokları arasında bölüştürüleceği klasik bir emperyalist pratiği işaret ediyor. “İhya” ve “yeniden inşa” kavramları, insani ihtiyaçların ötesine geçerek yeni bir neo-liberal müdahalenin aracı haline getiriliyor.

Erdoğan’ın Suriye Demokratik Güçleri (SDG) üzerine yaptığı açıklamalar da bu tabloyu tamamlıyor. “Suriye’nin birlik ve bütünlüğü” söylemi görünürde istikrar mesajı taşısa da, gerçekte bölgesel çıkarların yeniden düzenlenmesinin bir aracı haline gelmiş durumda. Bu yaklaşım, etnik ve dini toplulukların siyasal özne olma kapasitelerini sınırlandırarak merkezileşmiş bir düzen kurma amacını taşıyor.

Gazze’de Siyonist İsrail’in çıkarlarının korunmasına hizmet eden bu anlaşmalar, Erdoğan açısından iç politikada yeni bir meşruiyet arayışının aracına dönüşmüş durumda. İktidarın muhalefete yönelttiği eleştiriler, “yerli ve milli” retoriğiyle ulusalcı bir meşruiyet zemini yaratma çabasının göstergesi. “Batı’ya şikâyet” söylemi üzerinden muhalefetin ötekileştirilmesi, iktidarın kendi kitlesini konsolide etme stratejisinin bir parçası haline gelmiş durumda. Bu tablo, uluslararası sermaye ile iç politik popülizmin nasıl iç içe geçtiğini de gözler önüne seriyor.

Zirve sonunda imzalanan “Kalıcı Barış ve Refah İçin Trump Bildirisi”, “barış” adı altında bölgede yeni bir emperyalist düzenin kurumsallaştırılmasının belgesi niteliğinde. Metinde “radikalizmin ortadan kaldırılması”, “bölgesel istikrar” ve “işbirliği” gibi kavramlar öne çıkarılırken, asıl hedefin bir yanda Siyonist İsrail’i güvenceye alma diğer yanda ise Gazze’nin emperyalist pazarın bir parçası haline getirilmesi olduğu açıkça görülüyor. Bu bildiriyi Trump, Abdülfettah es-Sisi, Temim bin Hamed Al Sani ve Erdoğan imzaladı. Batılı liderlerin katılımı, düzenin küresel ölçekte meşrulaştırılmaya çalışıldığını gösteriyor.

Gazze’de dökülen kanın, yıkılan şehirlerin ve yerinden edilen yüz binlerce insanın ardından sahnelenen bu “barış tiyatrosu”, yeni bir paylaşımın başlangıcıdır. Emperyalist merkezler, yıkımın yarattığı boşluğu kendi hegemonyalarını pekiştirmek için fırsata çevirmektedir. Savaş ve her türlü vahşetle teslim alınamayan Filistin halkı, bu kez “barış” safsatası adı altında teslim alınmaya çalışılmaktadır. Ancak nasıl ki direniş karşısında geri adım atmak zorunda kaldılarsa, bu “barış” tiyatroları da Filistin halkının özgürlük mücadelesiyle yerle bir edilecektir.

Bölge halkları için mesele, bu düzene eklemlenmek değil; bu düzene karşı bağımsız ve anti-emperyalist bir direniş hattı kurabilmektir. Gazze’nin yıkıntıları üzerine kurulmak istenen bu düzen, ancak dünya çapında milyonların dayanışma ruhunun geliştirilmesi ve halkların örgütlü mücadelesiyle sarsılabilir.

Önceki İçerikDiyarbakır’da üniversitelilerden Rojin Kabaiş yürüyüşü: “Kimler, neden korunuyor?”