Lenin’in “Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz” sözü, bugün solun içinde bulunduğu durumun nereye savrulduğunu anlamak için hâlâ en sağlam referans noktasıdır. Lenin, teoriyi yalnızca düşünsel bir faaliyet olarak değil, siyasal iradenin, devrimci yönelimin ve örgütün temel belirleyeni olarak tanımlamıştı. Oysa bugün solun önemli bir kesimi, teoriyi politik hesapların gölgesine itmiş, ilkeleri ilişkilerin arkasına saklamış, devrimci çizgiyi ise gündelik pragmatizmin akışında eriyip giden bir sembole dönüştürmüştür. Bu nedenle bugünkü kriz, dışsal baskılardan değil, teorinin terk edilmesinden kaynaklanan içsel bir çürümenin sonucudur.
Solun geniş kesimlerinde görülen güvensizlik, yalnızca örgütsel zayıflığın değil, ideolojik çözülüşün bir yansımasıdır. Bir hareket kendi çizgisine güvenmediğinde, kaçınılmaz olarak başkalarının çizgisine tutunmak zorunda kalır. Bağımsız politika üretmek yerine mevcut güç dengelerine göre pozisyon alır. Bu ise Marksist-Leninist siyaset değil, tam anlamıyla oportünizmdir. Uzun süredir solun içinde biriken bu güvensizlik ve savrulma, bugün Kürt Özgürlük Hareketi’nin (KÖH) yeni yönelimi karşısında kendini bütünüyle görünür hâle getirmiştir.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin içine girdiği yeni süreç, solun yıllardır ertelenmiş tüm çelişkilerini yüzeye çıkarmıştır. Bir yanda gelişmeleri yüzeysel kavrayan ve sürece tepkisel eleştirilerle yaklaşanlar; diğer yanda ise yıllardır kendi siyasal varlığını KÖH’ün gölgesine sıkıştıran ve bugün söylenecek söz bulamadığı için sessizliğe gömülenler vardır. Politik çizgisi olmayanlar için her gelişme bir sarsıntı yaratır. KÖH’ün yeni yönelimini anlamak, eleştirmek veya tartışmak yerine “bekle-gör” taktiğine sığınmak, yalnızca siyasal zayıflığın değil, ideolojik tükenmişliğin göstergesidir.
Bugün kimi devrimci yapılar, DEM çevreleriyle olan ilişkileri bozmamak adına kendi ideolojik varlıklarını bilinçli biçimde geri plana itmekte, hatta kimi yerde inkâr etmektedir. Kendini Stalin döneminin kararlı savunucusu olarak tanıtan çevrelerin ANF’de yayımlanan ve Stalin’i “faşizmle özdeşleştiren”, bilimsel sosyalizmi çarpıtan bir metin karşısında sessiz kalması ise bu çürümenin en somut göstergesidir. Bu sessizlik sadece politik değil, ahlaki bir sorundur. Çünkü bir hareket, savunduğunu söylediği değerlere sahip çıkamadığı anda kendi varlık nedenini yitirmiş olur.
Solun bu tutumunun ardında yalnızca ilişkileri kaybetme korkusu değil, bir tür politik bağımlılık ilişkisi bulunmaktadır. Bu bağımlılık klasik anlamda bir teslimiyet değil, daha tehlikeli bir durumdur: İlkesiz bir uyum hâlidir. Kendi ilkelerinden taviz vererek sürdürülen bir ilişki, ilişki değildir; politik bir esarettir. Bu esaretin yarattığı kültür ise itaat kültürüdür. Eleştiri-özeleştiri mekanizmasının işlemediği, teorik üretimin durduğu, sınıf mücadelesi perspektifinin eridiği bir ortamda devrimci siyaset üretilemez. Bu tür bir ortam, solun kendi kendini felç ettiği bir bataklığa dönüşür.
Solun bugün yaşadığı da tam olarak budur: ideolojik mücadele terk edilmiş, sınıf temelli siyaset unutulmuş, yerini kimlik temelli ilişkiler, pragmatik ittifaklar ve içi boş dayanışma söylemleri almıştır. Sınıf mücadelesi yalnızca söylemsel bir süs olarak kullanılmakta, pratikte ise politik hattı belirleyen temel dinamik olmaktan çıkarılmaktadır. Böyle bir ortamda devrimci iddia, yalnızca nostaljik bir hatırlatmaya dönüşür.
Bu manzarada asıl sorulması gereken soru şudur: Sol neden kendi çizgisine güvenmez hâle geldi? Bunun temel nedeni, Marksist-Leninist programın uzun süredir bir kenara bırakılmış olmasıdır. Programdan kopmuş bir hareket, siyasal yönelimini ilkeler üzerinden değil, ilişkiler üzerinden belirlemeye başlar. Bu ise kaçınılmaz olarak pragmatizme yol açar. Pragmatizm ise devrimci siyasetin en büyük düşmanıdır. Lenin’in en sert şekilde mahkûm ettiği, en kararlı biçimde mücadele ettiği şey budur: Sınıf mücadelesinin yerine ilişki siyasetini koymak.
Bugün yapılması gereken, ilişkileri koruma kaygısından doğan bu korku siyasetini tamamen terk etmektir. Devrimci siyaset, ilişkileri değil ilkeleri esas alır. Eleştiri ilişkiden değil ideolojiden yükselir. Dostluk, ilkelerle kurulur; tavizlerle değil. Kürt Özgürlük Hareketi’nin yeni yönelimine dair tutum, dostça ancak açık olmalıdır. Eleştiri fısıltıyla değil, devrimci netlikle yapılmalıdır. Bunu yapamayanlar, devrimcilik değil, edilgenlik üretir.
Bugün solun önünde tarihsel bir görev bulunmaktadır. Bu görev, Marksist-Leninist çizgiyi program düzeyinde yeniden kurmak, sınıf mücadelesini merkezine almak ve devrimci politikayı pratikte yeniden inşa etmektir. Devrimci örgüt, konjonktüre göre savrulan değil, konjonktürü sınıf mücadelesi perspektifiyle analiz eden yapıdır. Devrimci siyaset, siyasal ilişkiler üzerinden şekillenen değil, bağımsız bir sınıf çizgisinin belirlediği siyasettir. Devrimci örgütlenme, korkuyla değil, iradeyle kurulur.
Bugünkü tabloyu değiştirecek olan, taviz değil; ideolojik kararlılık, teorik derinlik ve örgütsel cesarettir. Sol ya bu doğrultuda yeniden inşa edilecektir ya da marjinalleşme süreci daha da derinleşecektir. Çünkü oportünizmin, pragmatizmin ve ilkesizliğin kaçınılmaz sonu siyasal etkisizliktir. Devrimci bir hareket, ancak kendi bağımsız çizgisine sahip çıktığında ve sınıf mücadelesini merkeze aldığında toplumsal bir güç hâline gelebilir.
Görev açıktır: Bilimsel sosyalizmin ilkelerine, devrimci kararlılığa ve Leninist çizginin netliğine dayanan bir politik hatta geri dönmek. Bunun dışındaki her yol, solun bugünkü krizini daha da derinleştirmekten başka bir sonuç üretmeyecektir.
Semdin Şimşir
KY: sendika.org





