Türkiye’de sistemin krizi derinleşirken Saray rejimi, bir yandan “Kürt sorununu çözme” adına göstermelik komisyonlar kurmakta, diğer yandan sistemi kökten dönüştürmek için saldırılarını artırmaktadır. Seçimle değil, “seçimsiz” mekanizmalarla sürdürülen kalıcı diktatörlük yalnızca Kürt halkının değil, tüm toplumsal muhalefetin iradesini gasp etmekte; sistem içi burjuva muhalefeti de Saray’ın emir kulu haline getirmeyi dayatmaktadır.
Bu bağlamda CHP İstanbul İl Örgütü’ne kayyum atanması, yalnızca CHP’ye dönük bir saldırı değil, aynı zamanda sistem içi klikler arasındaki dalaşın dışavurumudur. CHP, bugün Saray’ın hedefinde görünse de gerçekte bu düzenin bekasını sağlayan temel direklerden biridir.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, hukuki açıdan kabul edilemez bulduğu mahkeme kararını tanımayacaklarını açıkladı. Ancak yanıt gecikmedi: Erdoğan’ın başdanışmanı Mehmet Uçum, CHP’yi “hukuk sınırlarına” çekilmeye çağırdı, aksi halde daha ağır yaptırımların devreye gireceğini ima etti.
Burada söz konusu olan bir “demokrasi mücadelesi” değil, burjuva siyasetinin kendi iç dengelerini yeniden kurma mücadelesidir. CHP’nin temsil ettiği çizgi de AKP-MHP blokunun temsil ettiği çizgi de halk düşmanı sermaye düzeninin farklı renkleridir.
Uçum’un “hukuk düzenini tanımıyorsanız haklarınızdan da feragat etmiş olursunuz” sözleri, Saray rejiminin yıllardır sürdürdüğü çifte standartlı hukuk anlayışını yansıtmaktadır. Bu düzen, kayyumlarla, polis ablukalarıyla, grev yasaklarıyla, sokağa çıkan halka biber gazıyla işleyen bir faşist zor aygıtından başka bir şey değildir.
Uçum’un uzun uzun “pozitif hukuk”, “normatif kesinlik” gibi kavramlarla süslediği cümleler, “Büyük yalanı sürekli tekrarlarsanız insanlar ona inanır” anlayışıyla tanınan Hitlerin Propaganda bakanı Goebbels’in propaganda makinesini hatırlatan bir demagojiden ibarettir. Gerçek ortadadır: Hukuk, halkın adalet ihtiyacını değil, sermaye devletinin çıkarlarını korumak için işletilmektedir.
Bugün Türkiye’de yürürlükte olan şey hukuk değil, Saray kararnameleridir. Belediye başkanlarını görevden alan, parti binalarını abluka altına alan, işçilerin grevini “milli güvenlik” bahanesiyle yasaklayan düzenin adı hukuk değil, sermaye diktatörlüğüdür.
Ama unutulmamalıdır; bu kavga, emekçi halkın kavgası değildir.
Saray klikleri kendi iktidarlarını kalıcılaştırmak için saldırırken; CHP, sistemin devamını garantiye almak adına düzeni sahiplenmektedir. Halkın iradesi ise her iki tarafın da kurbanı edilmeye çalışılmaktadır.
Bugün CHP’ye yönelen kayyum saldırısı, dün Kürt halkının iradesine yönelmişti. Yıllardır işçilerin, kadınların, gençlerin tüm hak mücadeleleri de aynı şiddet ve baskıyla hedef alındı, alınmaya devam ediyor. Çünkü Saray’ın hukuk anlayışı şudur: “Ya boyun eğeceksiniz ya da gayri meşru ilan edileceksiniz.”
Fakat CHP’nin pratiği de açıktır: Boyun eğmemek iddiasına rağmen, her kriz anında düzeni ayakta tutmak için sorumluluk üstlenmiş ve düzeni sahiplenmiştir.
Dolayısıyla halkın önünde iki yol vardır:
Sistem içi kliklerden birine yedeklenmek, kendisine “sol, sosyalist” sıfatını yakistiran liberal, reforimistler gibi.
Ya da kendi bağımsız, devrimci yolunu örmek.
Gerçek çözüm, kaynakların sermaye için değil, emekçiler için seferber edildiği; kayyumların değil, halkın iradesinin esas olduğu; özgür ve eşit bir düzenin inşasındadır.
Ne Saray’ın kayyumu ne CHP’nin düzen sahipleniciliği!
Çözüm, işçi sınıfının, ezilen halkların kendi örgütlü mücadelesindedir!