Sistem ülkeyi kapitalist sömürü ağı için ucuz İşgücü cennetine çevirme peşinde

Sistem, ülkeyi kapitalist sömürü ağı için ucuz işgücü cennetine dönüştürme peşinde. Emperyalist tekellerle yerli sermayenin çıkarlarına hizmet eden faşist rejim, ülkenin tüm kaynaklarını peşkeş çekerken, halka yalnızca yoksulluk ve sefalet dayatıyor. Saray çevresi, bakanlar, bürokratlar ve yandaşlar birden fazla maaşla halkın alın terini sömürürken; işçiye, emekçiye düşen yine sabır ve şükür oluyor.

Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, sermayenin ihtiyaçlarına göre biçimlendirilmiş yeni bir toplumsal düzenin yol haritasıdır. “Yeni nesil çalışma modelleri” ve “aktif işgücü” gibi söylemlerle esnek, geçici, güvencesiz ve düşük ücretli istihdam biçimleri yaygınlaştırılıyor. Kamusal hizmetler adım adım tasfiye ediliyor; eğitimden sağlığa her alan piyasanın kâr alanına dönüştürülüyor.

İktidar, ülkeyi emperyalist tekeller için ucuz emek cennetine çevirmeye çalışıyor. İşsizliğin sorumluluğu emekçiye yükleniyor; “çalışmak istemeyenlerin yerine mülteci işçi getiririz” denilerek sömürü derinleştiriliyor. Taliban’la yapılan işçi anlaşmaları, çocuk işçiliğini “çıraklık” adı altında meşrulaştırma girişimleri, emeği tamamen denetimsiz ve ucuz hale getirme planının parçalarıdır. Bu düzen, emeğin örgütsüz, gençliğin güvencesiz, geleceğin ise patronların elinde rehin kalması anlamına geliyor.

Eğitim sistemi, artık bir kamusal hak olmaktan çıkarılıp sermayeye ucuz işgücü yetiştiren bir mekanizmaya dönüştürülüyor. Özel okul ve sınav rekabeti teşvik edilirken, okullar Organize Sanayi Bölgeleri’yle eşleştiriliyor. Meslek liseleri ve yüksekokullar OSB içine taşınıyor; öğrenciler doğrudan üretim sürecine dahil edilerek ücretsiz emek kaynağına dönüştürülüyor. “Uygulamalı eğitim” adı altında çocuk emeği sömürülüyor.

Üniversiteler de bu düzenin bir parçası haline getiriliyor. Atama ve yükselme kriterleri merkezi olarak belirleniyor, geçici proje bazlı istihdam yaygınlaştırılıyor, karar mekanizmalarına patronlar ve sektör temsilcileri dahil ediliyor. Üniversiteler artık bilimsel özerkliğe değil, iktidar ve sermaye çıkarlarına hizmet eden “şirket kampüslerine” dönüştürülüyor. “Adrese teslim” ilanlarla liyakat ortadan kaldırılıyor; akademik başarı, bilimsel üretimle değil, mezunların piyasadaki performansıyla ölçülüyor.

“Sanayi işbirliği” adıyla meslek yüksekokulları OSB’lere taşınırken, gençler MESEM benzeri modellerle ucuz veya ücretsiz işgücü haline getiriliyor. Eğitim daha öğrenim aşamasında metalaştırılıyor. İŞKUR’un “Gençlik Programı” kapsamında, sadece Dokuz Eylül Üniversitesi’nde 4 bin öğrenci asgari ücretin altında, güvencesiz biçimde çalıştırılıyor; genç emeği “cep harçlığı” adı altında değersizleştiriliyor.

İktidar yanlısı vakıf ve derneklerin önerdiği “mesul üniversite” modeli, bilimsel özerkliği tamamen ortadan kaldırıyor. Mütevelli heyetleri patronlar, oda temsilcileri ve dini vakıflardan oluşan bu yapılar, üniversiteleri sermayenin ve iktidarın ideolojik aygıtına dönüştürüyor.

Sonuçta, eğitim kurumları birer üretim tesisine, öğrenciler ve genç işçiler patronlara ucuz işgücü olarak pazarlanan nesnelere dönüşüyor. Kamusal eğitim hakkı piyasaya, bilimin özgürlüğü siyasal itaate teslim ediliyor. Halkın sırtında yükselen bu düzen, sömürünün ve yuı: eşitsizliğin kurumsallaşmış halidir.

Bu tabloyu değiştirecek olan yalnızca halkın, işçilerin, gençlerin ve kadınların örgütlü mücadelesidir. Dayatılan düşük ücrete, açlığa ve yoksulluğa karşı tek çıkış yolu örgütlenmek ve mücadele etmektir. Çünkü bu kan emici düzenin karşısında başka bir seçenek yoktur. Onların sunduğu tek yaşam biçimi, “çalışmak için yaşa ve ölmemek için şükret” anlayışıdır. Gerçek kurtuluş ne piyasanın ne de sarayın programında yazılıdır. Gerçek kurtuluş, emeğin ve halkın örgütlü mücadelesindedir.

Önceki İçerikTarihsel Olarak Sovyetler Birliği ve Rusya’da Ekim Devrimi Kutlamaları
Sonraki İçerikLiberal-Reformist “Solcuların” Bitmeyen Hastalığı: Gücü Kendinde Değil, Başkasında Aramak