2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda AKP-MHP blokunun oylarıyla kabul edildi. Oylama sonuçları, burjuva parlamenter sistemin “temsili demokrasi” iddiasının gerçek sınıfsal içeriğini bir kez daha açığa çıkardı. 2026 bütçesi 249 ret oyuna karşılık 320 oyla kabul edilirken, 2024 kesin hesap kanunu 247 ret oyuna karşı 316 oyla geçti. Bu sayılar teknik bir ayrıntı değil; egemen sınıfın siyasal gücünün Meclis aritmetiğine yansımasıdır. Kabul edilen bütçe halkın değil, sermayenin, sarayın, savaş aygıtının ve yandaş ağlarının bütçesidir.
Bütçe, egemen sınıfın siyasal programının maddi ifadesidir. Lenin’in de vurguladığı gibi devlet, uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin ürünüdür ve bu çelişkilerin hangi sınıf lehine çözüldüğünü en açık biçimde bütçeler gösterir. 2026 bütçesi de bu anlamda son derece nettir. Emekçilere değil sermayeye, toplumsal ihtiyaçlara değil savaşa ve güvenlik aygıtına, kamusal hizmetlere değil saraya ve Diyanet’e, yoksulluğun giderilmesine değil yandaş sermayenin yeniden üretimine kaynak ayrılmıştır. Enflasyon karşısında eriyen ücretler, güvencesiz çalışma, işsizlik, barınma krizi ve açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilen milyonlar bu bütçede yer bulmamıştır. Buna karşılık silahlanma, askeri operasyonlar, güvenlik harcamaları ve sermaye teşvikleri artırılmıştır. Bu durum bir yönetim hatası ya da yanlış tercih değil, kapitalist devletin sınıfsal zorunluluğudur.
Bu bütçe aynı zamanda açık bir savaş bütçesidir. Yalnızca dış politikada değil, içeride de emekçi sınıflara karşı yürütülen bir savaşın mali planıdır. Militarizm, sınır ötesi operasyonlardan ibaret değildir; grev yasaklarının, polis şiddetinin, yargı sopasının ve baskı aygıtlarının finansmanıdır. Kapitalist kriz derinleştikçe burjuva devlet iki yola başvurur: sermayeyi kurtarmak için emekçilerin yaşam koşullarını daha da kötüleştirir ve bu saldırıyı bastırmak için zor aygıtlarını büyütür. 2026 bütçesi bu iki hattın birleştiği noktada durmaktadır.
Bütçede saraya ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan devasa paylar da tesadüf değildir. Bu harcamalar yalnızca israfın değil, ideolojik tahakkümün ifadesidir. Diyanet, emekçilere sabrı, itaati ve kaderciliği telkin eden bir ideolojik aygıt olarak işlev görürken; saray, tek adam rejiminin merkezileşmiş yürütme gücünün simgesidir. Bu kurumlara aktarılan her kaynak, doğrudan doğruya emekçi sınıfların cebinden çekilip alınmaktadır.
Bütçe görüşmelerinin tamamlanmasının ardından CHP ve AKP milletvekilleri arasında yaşanan yumruklu kavga ise burjuva demokrasisinin gerçek niteliğini açığa çıkaran bir sahne olmuştur. CHP Grup Başkan Vekili Gökhan Günaydın’ın AKP’li vekilleri halkın sorunlarından kopuk olmakla suçlaması üzerine başlayan tartışmanın fiziksel saldırıya dönüşmesi, Meclis’in bir “ulusal irade” mekânı değil, sınıf gerilimlerinin bastırılmış biçimde yaşandığı bir alan olduğunu göstermiştir. Kriz derinleştikçe bu bastırılmış gerilimler açığa çıkmakta, parlamenter maskeler düşmektedir. Ancak bu tablo, burjuva muhalefetin de sınırlarını gözler önüne sermektedir. CHP’nin itirazı, bütçenin sınıfsal karakterini kökten reddeden devrimci bir karşı çıkış değil; düzen içi bir muhalefet sınırları içinde kalmaktadır.
Kabul edilen bütçe, işçiye, emekçiye, emekliye, işsize, gence ve kadına bir gelecek sunmamaktadır. Aksine yoksulluğun kalıcılaştırıldığı, emeğin daha da ucuzlatıldığı ve sermayenin krizinin halka fatura edildiği bir programdır. Dolaylı vergiler yoluyla emekçilerin sırtına bindirilen yük artarken, büyük sermaye grupları vergi afları, teşvikler ve kamu ihaleleriyle beslenmeye devam etmektedir. Bu, klasik bir sermaye transferi mekanizmasıdır.
Marksist-Leninist perspektiften bakıldığında sorun yalnızca bu bütçe değildir. Sorun, bu bütçeyi üreten kapitalist devlet aygıtının kendisidir. Emekçilerin kurtuluşu, “daha adil bir bütçe” talebiyle sınırlanamaz; çünkü burjuva devletin bütçesi doğası gereği sermayenin bütçesidir. Gerçek çözüm, savaş ve güvenlik harcamalarının değil toplumsal ihtiyaçların esas alındığı, sarayın ve sermayenin değil emeğin söz sahibi olduğu, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanmayan, planlı ve kamucu bir ekonomik düzenin kurulmasıyla mümkündür. Bu da ancak emekçi sınıfların örgütlü mücadelesiyle, burjuva devletin ve onun bütçesinin karşısına devrimci bir siyasal alternatif konulduğunda gerçekleşebilir. Bu bütçe bir kez daha göstermiştir ki sorun kaynak yokluğu değil, kaynakların kimin için kullanıldığıdır.
Editor






