Abdullah Öcalan’ın siyasal söyleminde ilk bakışta bir “zenginlik”, bir “kapsayıcılık”, hatta bir “çok yönlülük” varmış gibi sunulan şeyin özü, gerçekte tam bir ilkesizliktir. Öcalan aynı anda her şeyden söz eder: Marksizm’den, sosyalizmden, demokrasiden, ekolojiden, komünal yaşamdan, Kadın sorununda, dinden, İslam’dan, ahlaktan… Ancak tam da bu yüzden hiçbirini savunmaz. Çünkü savunmak, bir çizgide ısrar etmeyi; bedel ödemeyi diğer seçenekleri dışlamayı gerektirir. Öcalan’ın çizgisinde ise dışlama yoktur; netlik yoktur sınır yoktur.
Her şeyi savunabilen biri, aslında hiçbir şey savunmuyordur…
İlke Yerine Manevra
Devrimci siyasette ilke, koşullara göre terk edilebilecek bir süs değildir; yön belirleyicidir. Oysa Öcalan’da ilke yoktur, manevra vardır. Koşullar değiştikçe söz değişir; söz değiştikçe “yeni paradigma” icat edilir. Bu, teorik gelişim değil; geri çekilişin ideolojik kılıfıdır.
Bir gün Marksizm savunulur, ertesi gün “pozitivist” diye mahkûm edilir.
Bir gün sosyalizm denir, ertesi gün “iktidar hedefi yanlıştı” denir.
Bir gün ulusal kurtuluş vazgeçilmez ilan edilir, ertesi gün “ulus-devlet hastalıktır” denir.
Bir gün laiklik vurgulanır, ertesi gün din “demokratikleştirilecek bir toplumsal dinamik” ilan edilir.
Bu düşünsel derinlik değil, politik zikzaktır.
Herkese Göz Kırpan Söylem
Öcalan söylemi, bilinçli olarak herkese bir şey söyleyen, ama kimseye bağlayıcı bir şey söylemeyen bir dildir. Sosyaliste sosyalizm, liberale demokrasi, çevreciye ekoloji, dindara İslam, milliyetçiye “halkların kardeşliği”… Bu, birleştirici bir devrimci hat değil; herkesi silahsızlandıran ideolojik bir sis perdesidir.
Marksizm “bir seçenek”tir, ama vazgeçilebilir.
Ulusal kurtuluş “bir aşama”dır, ama ertelenebilir.
Sosyalizm “bir ufuk”tur, ama hedef değildir.
Din “bir gerçeklik”tir, ama eleştirilemez.
Sonuçta ortada ne Marksist bir program ne ulusal bir strateji ne de devrimci bir hedef kalır. Geriye yalnızca yumuşak, belirsiz, sistemle uyumlu bir söylem kalır.
Sözleşmesizlik: Dün Yok, Bugün Var, Yarın Yok
Öcalan çizgisinde sözler bağlayıcı değildir; çünkü dün söylenen bugün inkâr edilebilir, yerine yeni bir “paradigma” konur. Bu nedenle bu çizgide siyasal bir tutarlık yoktur. Devrimci hareketler, ilkeler üzerinden yürür; Öcalan çizgisi ise sürekli revizyon üzerinden yürür.
Bu durum tesadüf değildir. Sözleşmesizlik, hesap vermemenin aracıdır. Dün “yanlış” denilen şey için bugün hesap sorulamaz; çünkü artık “yeni paradigma” vardır. Bu, politik sorumluluğun sistematik olarak ortadan kaldırılmasıdır.
İmralı ve İşlevsellik
Bu ideolojik belirsizliğin maddi bir zemini vardır: İmralı. İmralı’daki özel rejim, yalnızca bir hapishane düzeni değil; bir siyasal üretim merkezidir. Burada üretilen söylemin temel özelliği, devletle açık çatışmayı reddetmesi, iktidar sorununu askıya alması ve kitleleri sürekli “dönüşüm” söylemiyle oyalamasıdır.
Her şeyi savunan ama hiçbir şeyi zorlamayan bir ideoloji, devlet için tehlikeli değildir; aksine işlevseldir. Bu nedenle bu söylem dolaşıma sokulabilir, yayılabilir, tartıştırılabilir.
Sonuç: Devrimci Netlik mi, Oportünist Bulanıklık mı?
Sosyalizm, her şeyi aynı anda savunmaz.
Sosyalizm, taraf olur.
Sınıfı seçer.
Ezileni seçer.
İktidarı hedef alır.
Her şeyi savunur gibi yapıp hiçbir şeyde ısrar etmeyenler, devrimci değil; düzen içi manevracıdır. Bu çizgi, halkları özgürleştirmez; onları belirsizlik içinde tutar, mücadele iradesini törpüler.
Bugün açıkça söylenmelidir:
Bu, bir düşünce zenginliği değil; ilkesizliğin teorileştirilmiş hâlidir.
Bu, devrim değil; tasfiyedir.
Yusuf Özmen






