“…Tarih tüm ilahların en gaddarıdır; zafer arabasını yalnız savaş zamanı değil, aynı zamanda ‘barış içindeki’ ekonomik gelişme dönemlerinde, dağlar gibi yükselen cesetler üzerinden sürükleyip geçirir. Oysa biz insanlar, ne yazık, öylesine sersemiz ki, çektiğimiz acıların zorlaması olmadan, gerçek bir ilerlemeyi başarmanın cesaretini bulamayız kendimizde.” (F. Engels, N.F Danielson’a 24.11.1893 tarihli mektuptan; aktaran: Marks-Engels; Düşünceler Aforizmalar, Yeni Dünya Yayınları)
Biz de kendi tarihimizden öğrenmek zorundaysak, hiç değilse çektiğimiz acılardan, yenilgilerden öğreneceksek, bu tarihe objektif, bilimsel bir yaklaşımla bakmak zorundayız. İnsanın ve toplumların olduğu kadar, mücadele yürütenler açısından da kendi geçmiş pratiğini veya bir bütün olarak kendi tarihini öğrenme, o tarihle yüzleşme eylemi en sert mücadelelerden biridir. Ruhta ve düşüncede olduğu kadar, sosyal-toplumsal-ekonomik-siyasal hayatın üzerinde direkt etkide bulunacak şiddetli bir hesaplaşmadır. Çünkü hiçbir toplumsal ve ekonomik yaşam hazır bir biçimde kimsenin önüne gelmemiştir. Mücadele de öyle… Bunlar hep önceki kuşaklardan devraldığımız hazır ilişkilerdir.
Bunun içindir ki, Gezi’de öncesine kadar ki mücadele ve yaratılanlar üzerinde yükseldi. 68 gençlik başkaldırısı ve sonrasında ki gelişmeler, 15-16 Haziran ve dünya insanlık tarihinin başkaldırıları gibi, görkemli bir nehir gibi hep var oldu. ‘Sen bakma havanın durgunluğuna derya dediğin uyur uyur uyanır…’ toplumlarda derya gibidir. Gezi başkaldırısını hiç kimse beklemiyordu ama unutmayalım ki işte Gezi’de tarihin geçmişten getirdiği gibi geleceği de kendi bağrından yeni bir şekilde çıkardı. Bundandır başta AKP-MHP faşist iktidarının Gezi öfkesi ve ondan intikam çabaları.
Bugün ülkemizde yaşanan seçimler ve ortaya çıkan tablo karşısında umutsuzluk değil, faşizme karşı Gezi ruhuyla mücadele ve örgütlenmeye daha sıkı sarılmalıyız.
Gezi direnişinde ölümsüzleşenlerimizi saygıyla anıyoruz.
Gezinin 10. yılı nedeniyle daha önce Devrimci Cephe broşürü olarak yayınlanan ‘Haziranları Devrime Evriltmenin Taktik Gerekleri’nden bir bölümü yayınlıyoruz…
Haziranları Devrime Evriltmenin Taktik Gerekleri
Gezi Haziran’ı üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıllık sürenin, devrimci mücadele tarihimizin en eğitici dönemi olduğunu söylemek abartı sayılmamalı. Devrimci mücadelenin siyasal bir olgu olarak hayatımızda yer aldığı 60’lardan bu yana bakılacak olursa, 90’lara kadar mahallelere, hatta sokaklara kadar indirgenmiş dar pratikçilik, ancak pratik faaliyetin etkisizleşmesine tâbi olarak 90’lardan sonra bir bakış genişliğine kavuştu.
Siyasal pratiğin düşük bir düzey tutturduğu 90 sonrası dönemin devrimci harekete belki de tek önemli katkısı bu aşırı etkisizlik konumundan kaynaklandı, denilebilir. Kendisi siyasal bir aktör olma konumundan düşen solun kendi dışındaki siyasal faktörleri izlemeye mecbur kalması, ona en azından yöntemsel olarak stratejik bakış genişliği kazandırdı. Devrimci hareket artık Türkiyeli devrim sürecini salt küresel ve bölgesel ilişkiler içinde anlamlandırmaya çalışmakla kalmıyor, egemen sınıf ilişkilerini de doğrudan içerden, özgün değerlendirmeler üzerinden ölçümleme gayreti gösteriyor.
Gezi Haziran’ı sonrasında ise siyasal pratik bu genel stratejik kavrayış içindeki değerlendirmelerimizi sınayacağımız büyük imkânlar sağladı, çünkü 90’dan bu yana geliştirilen siyasal değerlendirmeleri 70 Haziranı’ndan bu yana ilk kez yığınların kendiliğinden hareketinin varlığı koşullarında gözden geçirme şansı bulduk. Bu yüzden, uluslararası ve yerel bütün sınıfların ve siyasal aktörlerin hareketliliğini belirli bir bakış açısı genişliğinde gözleme imkânı bulduğumuz koşullarda yaşanan bir yığın eyleminin, kadro ve taraftarlarıyla bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketi üzerindeki ideolojik ve siyasal eğiticiliğinin çok yüksek olduğunu söylemek mümkündür.
Bunu en somut, bütün çeşitleriyle oportünist siyasetin kurum ve temsilcilerinin etkinlik yitimi ve itibarsızlaşmalarında görebilir; oportünizmin siyasal nüfuzu altındaki kesimlerde siyaseten bir içe dönme ve muhasebe zorunluğuna ihtiyaç duyulmasından ve devrimci kesimlerin mücadeleyi yeniden yapılandırmanın gerekleri üzerinden tartışmaları yoğunlaştırmalarından anlayabiliriz.
Özellikle oportünizm, o güne kadar muhayyel bir kitle hareketine endeksli olarak dayattığı ve geliştirdiği siyasal zemininin iflasını somut ve gerçek bir kitle hareketi karşısında itiraf etmek zorunda kaldı. Her ne kadar, açığa çıkan kitle hareketinin sivil toplumcu ve yasalcı tezlere pratik bir geçerlik kazandıracağı umutları üzerinden dillendirildiyse de, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” belirlemesi, sol siyasete egemen oportünizmin çeyrek asırdır sürdürdüğü kendi ideolojik ve siyasal tutumuna ait bir tekzip olarak belgelendi. Oportünistler, Gezi Haziran’ı sürecine pratik bir kalıcılık beklentisi üzerinden sınıfsal ve siyasal analiz ve yüklemeler giydirmeye çalışırken kitle hareketi yeniden kendi yatağına çekildi. Gezi Haziran’ı sonrasında Eylül dalgası, seçimler, 1 Mayıs, olmadı Soma derken yığın hareketinden beklentiler hüsranla sonuçlandıkça, artık konuşulan Gezi Haziranı’nın somut siyasal sonuçları değil ruhsal esintileri olmaya başladı. Gezi Haziran’ı giderek bir umut ajitasyonu çerçevesine sığışır hale geldi. RTE’li siyasal gericilik savunmadan saldırıya geçip, kendi program hedeflerini uzun süredir gerisine düştüğü 2012 seçimlerinin sonuçları düzeyinde yeniden organize ederken, kitle eylemi ve sol sanki yeni bir siyasal buzul çağına doğru yol alıyordu ki, bu kez Soma katliamı ve Okmeydanı cinayeti gündeme geldi. Kitle eylemi ve devrimci mücadelede yeniden yeni bir yüksek evre beklenti ve zorlamaları yaşadık.
Gördük ki, Soma ve Okmeydanı momentleri de yeni bir Gezi Haziran’ı yaratmanın yaygın toplumsal dinamiklerine ve siyasal kesişmelerine sahip değildi. Yeni bir yüksek devrimci kitle eylemi trendi yakalayabilmenin uzağına düşmüş durumdaydık ve sanki giderek de uzaklaşmaktayız.
Yığın Hareketinin Sınıfsal ve Siyasal Varyantları Böylece Gezi Haziranı’ndan bu yana cevaplarını devrimin kolektif bilincinde henüz olgunlaştıramadığımız sorular çoğalmış durumdadır. Biz daha 1 Mayıs 2013’de devrimcilerin meydana girmeyi başaramadığı koşullarda, üzerinden bir ay geçmeden kitlenin Taksim’de nasıl olup da bir aylık komün pratiği yaşadığının nedenlerini keşfetmeye çalışırken, şimdi bir de, bir park yeri itkisinin ülkenin dört bir yanında milyonlarca insanı sokağa dökebilmesine karşın yüzlerce proleterin toprağa gömülmesine niçin aynı tepkiyi alamadığımızı da cevaplamak zorundayız. Sorular ve cevapları önemlidir, çünkü bu kapsam bizim hem Gezi Haziran’ı ve sonrasındaki bir yıllık mücadelenin analizinde belirleyici kriterlere ulaşmamızı sağlayacak, hem de önümüzdeki mücadele dönemini nasıl yeniden yapılandırmamız gerektiğini bize gösterecektir.
Son bir yıllık kitle hareketliliği gözlendiğinde ortaya çıkan somut tablo şudur: 1 Mayıs’larmilitan sosyalizmin eylemiydi. Devrim, kendi tecridi içinde oligarşinin teknik zorunu aşmanın ideolojik, siyasal ve psikolojik yeterliliklerine henüz ulaşamamıştır. Başarılı olunamadı.
Gezi Haziran’ı burjuvaydı ve böylece AKP/RTE muhalifi uluslararası ve yerel bütün burjuvazinin ve küçük burjuvazinin desteğini ve katılımını alan devrimci bir zorlama oldu.
Burjuvazinin siyasal ihtiyacı ve kabulü içinde olduğunca gelişti. Bu kabulün sınırlarına ulaştığı andan itibaren orta sınıfların ve büyük burjuvazinin desteğinin çekilmesiyle 1 Mayıs’lar gibi devrimin kendi yalıtık koşullarının yetersizliklerini yaşadı; duraladı ve içine döndü.
Soma, olayın niteliği gereği proleterdi. Proletaryanın yapısal kararlılığını bilen burjuvazi, en ihtiyaç duyduğu anda ve en uygun gerekçelerle bile bir proleter kalkışmayla oynamaya cesaret edemedi. Aksine Soma’nın bir Haziran kalkışmasına dönüşmesinden çok korktu. Daha ilk anından itibaren oligarşik blok tarafları, aralarındaki bütün çelişkileri bir kenara iterek dayanışma ve bütünlük içine girdi. Beyaz Türk kurmay Ertuğrul Özkök, daha toplum Soma’da ne olup bittiğini anlama aşamasındayken Enerji Bakanı Taner Yıldız’a desteğini sunmuştu bile.
Ardından gelen günler içinde Taner Yıldız da hem CHP’ye hem mhp’ye desteklerinden dolayı teşekkürlerini eksik etmedi. Bütün eğilimleriyle burjuvazinin bu bütünlük gösterisi küçük burjuvaziyi zaten büyük çapta etkisizleştirirken, AKP/RTE çizgisine ideolojik olarak karşıtlığı nedeniyle hareketlenebilecek kesimlerin büyük yığın öfkesinin önünü açmasını engelleyecek tarzda sosyal faşist demagog Yılmaz Özdil’le “oh olsun” söylemleri geliştirilerek bu kesimlerin paralize olmaları sağlandı.
Ancak Soma’nın Gezi gibi kitlesel bir patlamaya dönüşmesine ilişkin alınan önlemlerin yeterlilikleri ortaya çıktıktan sonradır ki, oligarşinin kanatları arasındaki kayıkçı dövüşü medyada yer almaya başladı.
Soma direnişi ile ilgili olarak iki stratejik saptamayı mücadelenin geleceğine uzanım verecek konular olarak şimdiden yapabiliriz. 1- Proleter öfke RTE’yi markete kaçırtmıştır. Bu son derece önemli bir siyasal düzeydir. Bu düzey, “işte paşam Ankara” örneğinden sonra halk sınıflarının kendi egemenleriyle girdikleri biat ilişkisinin kırılganlığını ve zıddına dönüş potansiyelini gösteren yeni ve stratejik bir örnek oluşturmaktadır. Yeni ve stratejiktir, çünkü Serbest Fırka, ANAP vb örnekleri devlet sınıflarına karşı halkın sinik tepkilenmesidir. Soma’da işçiler benimsedikleri ideolojik ve siyasal hegemonyaya ve onun kutsal temsiline başkaldırmışlardır. Soma’daki tepkilenmenin elbette sadece büyük bir acıya dayandırılarak açıklanacak özel bir durum olduğu söylenebilir. Ancak, bu tepkilenme, yakınlarda yaşadığımız ve tetikleyici olarak işten çıkarma gibi daha sıradan bir önkoşula haiz olan Kütahya Seyitömer direnişiyle birlikte ele alındığında, gerici hegemonya altındaki proletaryanın davranış örneklemesi açısından başka bazı sonuçlara ulaşmak da mümkün görünüyor.
Hem Kütahya hem de Soma, AKP’nin yüksek oy aldığı yerlerdir. Sadece siyaseten değil ideolojik olarak da AKP ile bütünleşik yörelerdir. Zaten rte’nin faciadan sonra yöreye inme cesareti Soma’nın bu verileri itibariyledir. Ancak Kütahya’da Seyitömer işçisi, işten çıkarmalara karşı, diyelim Greif’deki gibi savunmacı ve terbiyeli bir tarz uygulamaktansa, Marx’ın komünar davranışını tarif için kullandığı haliyle “avam tarzda”, doğrudan yakarak, yıkarak işgal eylemine giriştiği gibi, Soma işçisi de rte’yi markete sığınmak zorunda kalacağı bir saldırganlıkla protesto etmiştir. İki gerici yöredeki işçi davranışı arasındaki benzerlik, proleter eylemin düşüklüğü koşullarında dikkat çekicidir.
Bu durum, RTE’yi iktidarda tutan demagojik konumun uygun önkoşullarda kendisine karşı işleyebileceğinin işareti olarak kayda geçebilir. Şöyle ki, bilindiği gibi AKP/RTE ceberut devlet egemenliğine karşı demagojik bir söylem üzerinden devrim ve demokrasi güçlerinin yarattığı özgürlük taleplerini kendine yedekleyerek iktidar olmuş ve her aşamada bu propagandayı canlı ve etkin kılmaya çalışmıştır. Ama doğada ve toplumda hiçbir şey tek yanlı eylemli değildir. Görülmektedir ki, gerici ideolojik söylemin bu muhtevası, hegemonyası altındaki kitleler tarafından ciddiye alınarak kendi çıkarlarıyla çeliştiği noktada, devletin tezahürü doğrudan AKP/RTE olduğu koşullarda bile otoriteye karşı şiddetli bir tepkiye dönüşebilmektedir. Bu sınıf mücadelesinin önümüzdeki evrelerinde gözetilmesi gereken bir durumdur, çünkü AKP/RTE’nin harami ekonomisinin dış kaynakla beslenme imkanı giderek daralmaktadır. Bu daralmanın doğrudan yansıyacağı kesim ise başta işçi sınıfı olmak üzere emekçiler olacaktır. Örneklemeler itibariyle devrimin sadece metropollerde yükselmekle kalmayacağını, bu yükselişin kayıp alanlar gözüyle baktığımız proleter nitelikli sünni gericilik merkezlerinde de karşılığı olacağını umabiliriz. Ya da Kütahya’daki gibi tecrit ve dar etkinlikteki direnişlerin yaygınlaşmasının muhalif siyasal iklimi geliştirebileceğini bir kenara kaydetmekte yarar olacaktır.
2- Özellikle kentli, modern, laisist, eğitimli orta sınıfları siyasal nüfuzu altında tutarak kontrol eden CHP, Soma katliamının düzeni sarsacak proleter bir tepkiye dönüşmesini engellemek adına, Gezi Haziranı’nın ilk haftası sonrasında yaptığı gibi siyasal hayattan özel olarak çekilmiştir. Gezi ve ardından gelen süreçte statükonun korunması yönündeki tarihsel işlevi Soma’da abartılı bir şekilde açığa çıkan CHP, artık emekçi ve muhalif kesimlerin siyasal ufku dışına çıkmıştır. Şafak Pavey’in safça gözlemlediği ve dillendirdiği gibi CHP tamamen yığınların düzene karşı tepkisinin önünde bir statüko kalkanıdır ve özellikle kadın milletvekillerinin tepkileriyle dile getirildiği haliyle CHP içindeki küçük burjuvazi siyasal çıkış arayışları içindedir. CHP nüfuzu altındaki aydın, alevi ve üretmen küçük burjuvaziye siyasal bir alternatif geliştirmek, devrimci hareketin önünde stratejik bir taktik aşama olarak bulunmaktadır. Ve bu taktik aşamayı başarılı bir şekilde geliştirmek için koşullar son derece uygundur, yeter ki sol kendi muhalefet hesaplarını statükonun tarihsel ve pratik temsili olan CHP üzerinden görmek gibi akıl dışı hatalı çizgiyi sürdürmekte ısrarlı olmasın. Ulusalcı politikalar üzerinden Baykal’la solun gelişmesini kontrol altında tutan oligarşinin, bu işlev sınırlarına dayandığı yerde aydın, alevi ve emekçi kesimlerin statükoyla bağlarını yenilemek üzere Kılıçdaroğlu’nu sahneye sürdüğünü biliyoruz. Şimdi görev bu kesimleri CHP kontrolü dışına taşıyacak siyasal ve örgütsel hamleler geliştirmektedir. ÖDP-HDP geriliminin gerekli gereksiz çapakları bir tarafa, yasal kurumsal siyaset konuya bu çerçevede yönelmeli, devrim ve demokrasi güçleri bu amaçlı bir yönelimin taktik işçiliğine soyunmalıdırlar.
Özellikle son yerel seçimlerde somutça görüldüğü gibi CHP ile siyasal yakınlaşmalar oportünist solun ağırlıklı bir yönelimi oldu.
Türkiye solunun siyasal etki alanının darlığı, demokratik muhalefetin yaygın kesimleri içinde oportünist solun bu politikasının destek bulmasını sağladı. Devrimin yığınlarla olan bağının zayıflığının oportünist siyaset üzerindeki burjuva ideolojik ve siyasal egemenliğe paravan görevi gördüğüne dair bir uyarıyı Lenin’den biliyoruz. Yığın ilişkisi zayıf diye devrimci muhalefetin burjuva kanallara akıtılması devrimci muhalefetin kitleleşmesini getirmez, aksine devrimin burjuva zeminde erimesini getirir. Bu yüzden önümüzdeki dönemin en önemli görevlerinden biri açık yasal mücadeleyi ideolojik ve siyasal olarak statükonun sınırlarının dışında örgütlemeyi başarmaktır. Kentli proletaryayı, aydın küçük burjuvaziyi, Alevileri ve küçük üretmenleri devrimci demokrasi mücadelesine bağlayacak tarzda açık kitle siyaseti ve yasal kurumsal alanda CHP’yi boşa düşüren mücadele ve örgüt biçimleri geliştirilmelidir. Bu çerçeve, solda kolektif yapılanmalar gerektirmektedir.