MÜCADELEDE BAŞARMANIN YOLU , KENDİMİZE GÜVENMEKTEN GEÇER

Devrimci mücadele kararlı olmayı gerektiriyor. Ancak sözünü ettiğimiz, soyut bir kararlılık değil, örgütlenme anlayışıyla, çalışma tarzıyla içi doldurulmuş, direniş gelenekleriyle somutlamış bir kararlılıktır. Anında tavır geliştirme, yerinde ve zamanında yapılması gerekeni ifade ediyor. Bu basit ve yalın bir gerçekliktir. Devrimci mücadelenin olmasa olmazı. 

Devrimci mücadele demek hemen her gün yeni deney ve direnişlerden, zorlu sınavlardan geçmek demektir. Şehitlerimiz, üzerinde yürüdüğümüz, güç aldığımız en güzel değerleri, gelenekleri bizlere miras bıraktılar, bırakıyorlar. Her yeni gün, bu değerlerin üzerine, daha güzellerini, daha anlamlı olanları eklemeliyiz. Halkımız direnme gücünü, cesaret ve atılganlığı bizlerin bu duruşumuzu gördükçe mücadeleye daha sarılacak, katılım sağlayacaktır. 

Kuşkusuz ki mücadele yalnızca halkı politik hareket içerisine çekip, etkilemekle kalmaz, kendi içerisindeki militanları da dönüştür. Mücadele içinde yer alan herkesi geliştirir, kendini yeniletir. Bunu gerçekleştiremeyenlerin mücadeleyle çelişkilerinin giderek büyümesi ve düzene takılıp kalmaları kaçınılmazdır.

Sistemin onca saldırısı, baskısı, katliamı, kara propagandasına karşın mücadelenin her gün yeniden ve yeniden kendini üretmesi egemenleri şaşkına çeviriyor. 

İşte kendine güven duyarak iş yapmak, özgücüne güvenmek, bir devrimci örgüte ve bir devrimci de olmazsa olmaz bir niteliğin ifadesidir. Kendine güven olmadan tutarlı bir devrimci kişilik ve sağlam bir karakterden söz edebilmek mümkün değildir. Devrimci saflardaki gücün kaynağında kendine güven, özgüven vardır. Kendine güven duygusundan yoksun, yönetilmeye alışmış ve mevcut durumu kabullenen insanlarla devrimci mücadelede bir milim dahi ilerlenemez. Devrimcilik insanı kazanma sanatıdır. Kendisine güveni olmayan birinin başkasına güven kazandırması ve onu dönüştürüp yetiştirmesi düşünülemez. 

Kendine güven konusunda, küçük burjuvazi sınıfsal yapısına uygu özelliklere sahiptir. Bizim gibi yeni sömürge ülkelerde küçük burjuvazi yaygındır. Ülkemiz ise adeta küçük burjuvalar ülkesidir. Ve buna bağlı olarak küçük burjuvazinin ideolojik ve siyasal etkinliği de oldukça yoğundur. Bu yönüyle devrimci saflarda kararsızlığın, kendine güvensizliğin taşıyıcısı küçük burjuvazidir. Küçük burjuvazi ara bir sınıftır. Ne proleterdir ne burjuva. Dolayısıyla, ne proletaryanın dünyayı değiştirebilme yeteneğine, temelinde bilimsel sağlamlıktan ve haklılıktan gelen bilinç̧ ve örgütlülüğe, ne burjuvazinin ekonomik ve siyasal gücüne sahiptir. Bu özelliği onu sürekli her konuda ikircikli ve kararsız bir tavır içerisine sokar. İkircikli ve kararsız yapısı nedeniyle kendine güveni gelişmemiştir. Kendi dışındaki güçlere bel bağlayan, kendi ayakları üzerinde duramayan, hep birilerinden destek bekleyen bir özelliği vardır. İşte devrimci mücadele içerisinde bu kökende gelen insanların, bu özeliklerinin yaratığı sıkıntılar yaşanmaktadır. Mücadelede ki kararsızlık temelinde küçük burjuvazinin kendin güvensizliği, kararsızlığı ve yalpalayan tutumu vardır. Ve devrimci saflar bu kültürden ayıklanmadan ya da daha doğru deyişle devrimci hareketin mekanizmaları kendisine güvenen, sağlam kadrolara teslim edilmeden mücadelede kararlık ve başarı sağlanamaz.

Devrimci Bilinç Kendine Güvendir

Bilinç̧ kişide kendine güven duygusunun gelişiminde önemli bir rol oynar. Bilinçli insan, doğanın ve toplumun gelişme yasalarını bilen, bunu değiştirmenin bilgisine sahip olan insandır; bilinçli insan, bilmekten kaynaklanan bir güce sahiptir. Bilinç̧ cesarettir, mücadelede yol gösteren güçtür, şaşmaz bir kılavuzdur. 

Bilinç̧ kendine güvenin şekillenişinde önemli bir role sahiptir. Ama salt pratikle bütünleşmeyen, masa başı bilgisine dayanan bilinç̧ bunu sağlayamaz. Özellikle soruna devrimci mücadele açısından yaklaşıldığında, bilinç̧ ve kendine güven ilişkisinde salt pratikten kopuk bilgiye dayanan bilinç̧, insanın kendine güveni için yeterli değildir.

Yaşamdan beslenmeyen, salt entelektüel bilgiye dayanan bilinçle her ne kadar belli şeyler bilinse ve kavransa da eğer kişi, düşüncelerini, bilicini somut yaşamla birleştirmiyorsa, bizzat mücadeleye katılıp, düşünceleri yaşam içerisinde somutlamıyorsa, o kişide kendine güvenin gelişmesi mümkün değildir. Kendine güvenen tutarlı bir devrimci kişiliğe ve sağlam bir devrimci niteliğe ulaşmanın yolu, yaşamın kendisi, toplumsal pratik ve özdeneyimdir.

Çevremizde bolca gördüğümüz küçük burjuva aydınların durumu aslında tam da buna denk düşüyor. Küçük burjuva aydınlar her şeyi bilirler. Entelektüel bir birikime sahiptirler. Ve var olan birikimleriyle toplumun ve tarihin gelişme yönünü gösterebilirler. Ancak, var olan bilgileri yaşamdan kopuk, entelektüel bilgi olduğu, yaşam tarzıyla düşünceleri birbirinden tamamıyla zıt olduğu, bizzat mücadeleye katılıp içinde yer almadıkları ve düşüncesiyle yaşam tarzını bütünleştirmedikleri için bilgileri olsa da inançları yoktur. Bilgilerini mücadeleyi ilerletmede kullanamazlar. Mücadeleye, inanmazlar; inançsızlık kendin güvensizliği de beraberinde getirir. Kendilerine güvenleri yoktur, birey olmaktan kurtulamadıktan ve örgütlü mücadeleye katılmadıktan sonra da kendilerine güvenleri gelişmez. Bu nedenle de sürekli kendi dışlarındaki güçlere bel bağlarlar. Kendilerini sadece bir şeyleri söylemekle, yazmakla yükümlü görürler.

Kendine Güven Kolektivizmi Yaratır 

Özgüven, kendine güven, toplumsal ilişkilerin bütünüdür. Sevgi, saygıya dayalı yardımlaşma ve dayanışmayla birlikte kolektivizmin yaratıldığı her yerde özgüvene sahip insanlar da ortaya çıkar. Böyle olunca kendine güven, halka ve devrimci davaya bağlılık ve güvenle örülür. Böylesi ilişkiler yaratılmadığı yerde ne kendine güvenli insanlar bulunacaktır ne de başkalarını dönüştürecek güce ve kararlılığa sahip devrimciler. Kolektivizmin en iyi uygulandığı yerlerde en iyi verim alınır. Kolektivizm özgüveni geliştirir, özgüven yaratıcılığı artırır ve zenginleştirir.

Yani belirttiğimiz gibi, özgüvenin ilk şartının bilinç̧ olduğu burada çok daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bilinç̧ olgusu ise ancak devrimci ilişkiler içinde gerçekleşebilir

Bugünden yarına, gelecekteki toplumun kurucuları olan devrimcilere devrimci hareket içinde güven unsuru, olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Kendine güven, özgüven ve bunların mayası devrimci harekete ve halka güven devrimciler için her şeydir. Bu güvenin temelinde sınıfsal dostluk bulunur. Yani gerçek güven özünde sınıfsal güvendir.

Birlikte savaşan insanların devrimci dostluğu ve arkadaşlığı birbirini tanıma, bilinçlenme, eleştiri-özeleştiri temelinde gelişerek her geçen gün daha güçlenir ve daha sağlam temeller üzerine oturur.

Mücadele insanları birleştirir ve disipline eder. Sevinçleri birlikte paylaşma, güçlükleri ve sorunları birlikte yenme, devrimci değerleri birlikte benimseme devrimci hareketi birlikte sahiplenme insanları birbirine yaklaştırır. Ve kişilerde güven duygusunu geliştirir. Hiç̧ tartışmasız kolektif direnişlerde başarının yüksek oluşu, bu motivasyonla doğrudan ilgilidir. Bunun içindir ki faşizm de kolektif direnişleri bölmeye, parçalamaya, küçültmeye, yalnızlaştırmaya, kişiselleştirmeye çalışır. Henüz kapitalist ilişkiler içinde olmamız, devrimci hareket içine çeşitli emekçi sınıflardan gelen insanların barınmasına neden olur. Bunlar proletaryadan olduğu gibi küçük burjuvazi ve ara sınıflardan gelebilir. Dahası kapitalist toplumun ahlaki-kültürel-ideolojik etkileri bu insanların tümünde (sınıf ayrımı yapmaksızın) bulunur.

İşte mücadele içindeki insanlar da ait oldukları (içinden geldikleri) bu sınıfların birçok eğilimlerini devrimci saflara taşırlar, Devrimci saflara zarar veren eğilimler ve zaafların atılması yani proleterleşme ve çelikleşme, uzun ve sabırlı bir süreç gerektirir.

İnsanlarımızın çoğunun küçük burjuva sınıfsal kökenli olmasının doğal sonucu kararsızlık, kendine güvensizlik gibi zaaflı özellikler taşınmaktadır. Şu veya bu ölçüde var olan bu zaafların zaman zaman dışa vurumu mücadelemize zararlar vermektedir. Ve bundan dolayı, bunlarla mücadele ayrı bir öneme sahiptir.

Edilgenlik, geride kalma eğilimi, kendine güvensizliğin en tipik görünümlerinden birisidir. Her türlü ilişkide, özellikle görev ve sorumluluk alma da istekli olmama; çeşitli gerekçelerle yapamayacağın, başaramayacağını belirtme, aldığı görevlerde ise daha iyiyi, daha mükemmeli bulma çabasına girişeme vb. şeklinde özetlenebilir. 

İlişkilerde rahat ve açık olmamak… Bu kendine güvensizliğin çok görülen diğer bir biçimidir. Yanlış anlaşılacağım korkusu, yetersizlik duygusuyla biriken bu olgu, ilişkilerde gerekli sıcaklık ve doğal evrimle ortadan kaldırıla bilinir. Düşünce ve duyguların açıkça savunulamaması şeklinde de kendini göstere bu zaaf, teorik eğitimde yazı hazırlarken de, tartışmalarda da ortaya çıkar. Sürekli yanlış yapmaktan korkup, yanlış anlaşılmaktan çekinip duran insanda bu durum kendini çarpık bir biçimde -taklitçiliği üreterek – dışa vurur.

Kendisine güvensizliğin bir biçimi de, kişinin kendince doğru bulduğu yoldaşlarının bazı davranışlarını kopya etme, çabasıdır. Devrimci mücadele içinde elbette örnek yaşamları ve tavırlarıyla kendimize örnek alacağımız yoldaşlarımız olacaktır. Ama bu onların davranış ve tavırlarının devrimci özünü değil, biçime ilişkin yanlarını alıp kendi eleştiri süzgecimizden geçirmeden tıpatıp kendimize uyarlama biçiminde yapılınca, ortaya suni bir taklitçilikten başka bir şey çıkmaz. Bu da kendi bağımsız siyasi gelişimimizi, olumsuz yönde etkileyerek yaratıcı yeteneklerimizin körelmesine neden olur. Aynı kaynaktan beslenen bir diğer davranış biçimi de, teorik siyasi üretimde kendi düşüncemizin, bilimsel faaliyetlerimizin ürünü olan fikirleri üretme yerine, çeşitli yazarların ya da kişilerin görüşlerini kendi görüşümüz gibi savunmaktır. Bu durum çoğu kez bilinçsizce yapılır. Zira kendi düşüncelerine güvenmeyen kişi, sonuçta okuduğu yayınlardan etkilenerek aynı şeyi kendi düşünüyormuşçasına bir ruh haline girer doğaldır ki, kendine güvensizliğin bu biçimi de politika üretme göreviyle her an baş başa olan devrimci kadroların gelişimini olumsuz yönde etkiler.

Kendine güvensizliğin çok tipik bir biçimde devrimci ilişkilerde sorumluluktan kaçma eğilimi, zorluklarda sorumluluğu üstündeki, yanındaki, altındaki insanlara ya da objektif koşullara yıkma çabası biçiminde karşımıza çıkar. Aynı şekilde zaaflara karşı acımasız olunamaz, çözümlerden sürekli kaçılır ve liberallik, istikrarsızlık egemen olmaya başlar.

Tartışmalarda alttan alan, ara yol bulmaya çalışan ve böylece uzlaşmacılığa sürüklenen kendine güvensiz birey, süreç̧ içinde farkında olmaksızın liberalizme, sağcılığa kaymaktan kurtulamaz. Bu davranış genellikle laf çevirme, şakaya vurarak sorunu esnetme, durumu kurtarma çabasıyla birlikte görülür. Aynı kaynaklı ama tersi biçimi ise yanlışları bile bile savunma, mantık üretme gereksiz inatçılıktır. Düşüncesinin objektif olarak çürütüldüğünü gören kişi ve kendini savunma güdüsüyle ilkel bir şekilde yanlışa sarılma, sonuçta çıkmazı, açmazları ve kişilik zedelenmelerini yaratır ki, bu daha da kötüdür.

Siyasi ideolojiye ve çizgiye güvensizlik eğilimi olarak görülen objektivistliğin özünde de kendine güvensizlik yatar.

Yine zafer ve yenilgi anlarında kolay savrulmalar, kolay coşmalar, kolay karamsarlık, başarısızlıkları daha fazla bir azimle atma yerine, karamsarlığa dönüştürme de kendine güvensizliğin tipik davranış biçimleridir.

Kendine güvensizliğin en temel yansıması, ideolojisine, halka ve örgütüne, yoldaşlarına güvensizliktir. Bu daima kuşkuculuk üretir.

Bunların yansıra, biçimsel keskinlik ya da tersi, gayri memnunluk çok çıplak görünümlerdir.

Kısaca, kendine güvensizliği, bu düzen üretir. Kendine güvensizliği aşmanın ve buna karşı durmanın tek yolu örgütlü, siyasi pratik ve devrimci atılganlıktır. Gerek kişisel olarak gerekse siyasi çizgi olarak biraz daha devrimci fedakârlık, çaba ve bilinç̧ süreç̧ içinde bu zaafların atılmasını sağlamaya yetecektir. Zira belirttiğimiz gibi, devrimci yoldaşlık ilişkileri kendine ve halka güvenin yaşanacağı en bereketli, en elverişli topraklardır.

31 Temmuz 2023

Önceki İçerikİŞ CİNAYETLERİ VE KAZALAR
Sonraki İçerik14 MAYIS SEÇİMİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ