YOKLUK , YOKSULLUK BU SİSTEMİN TEMELİDİR

Ülkede ekonomik kırız, yokluk yoksulluk her geçen gün daha da derinleşirken, zamlar zamları kovalarken Erdoğan “tasarruf” çağrısı yapıyor. Emine Erdoğan “Porsiyonlarımızı küçültelim” diye çağrı yapıyor. Ama sarayın günlük gideri 10 milyon lirayı aşıyor. Diğer yanda faşist şef Erdoğan sokağa çıktığında iki helikopter 300 araba ve koruma ordusunun gideri bu yılın ilk iki ayında tam 168,7 milyon. 

Lüks arabalarla gezen, şatafat içinde yaşayan Diyanet yetkilileri; “fetva veriyor; “isyan etmeyin maddi sıkıntı alın yazısı” diyor…

Yokluk yoksulluk, açılık halk için, lüks şatafat içinde yaşamak ise onlara. 

Halka empoze edilen “Borç yiğidin kamçısıdır” deyişi belki de en çok bize uyuyor. Ülkemizde yaşayan emekçiler sadece bakkallara kredi kartı, borçlarım kalmıyor, borcun en büyük din devleti ödüyor. Bir türlü paraya doymayan devlet de “halka parayı yedirmemek” için kırbacı elde düşünmüyor. Bütçeden açığını, saraylarının harcamalarını, tekelci burjuvazinin karını, emperyalizmden alıp burjuvaziye devrettiğini, askerlerin, polislerin, yürüttüğü kirli savaşın giderlerini hep halkın alın terinden emeğinde çıkarmaya çalışıyor. Alıyor yetmiyor, ama halkın iki yakasını bir arya getirememesinin suçunu da halka yüklediğinden, aldığı yetmeyince bu kez de halkı borçlandırıyor. Kendi harcamalarını borcunu kesesinde değil, halkın emeğinden yiyor.

Bir zamanlar Demirel’in değiş ile “ekonominin beş kare deliğinin” yani bütçenin KİT’lerin, “Sosyal güvenlik kurumları”nın, belediyelerin açığını vb faturasını halka kesiliyor. Bunlarda yeterli görülmeyip, hortumladıkları fon açıklarını da bunlara ekliyorlar. Bütün bu açıkların toplamı ise, kamu açığını veriyor. Bürokratlarının, bakanlarının dilinde düşürmediği bu açık ise esas olarak kalkın borçlanma gereğini ortaya koyar. “Devletin Erkan’ı” (sarayın) ne zaman kamu açıklarında yakınamaya başlasa ya yeni zamların gelmesi ya vergilerin şu ya da bu biçimde arttırılması ya da klasik deyimi ile “kemerlere bir delik daha açılması” bu yüzdendir.

Kapitalist düzende gelirden fazla harcama alışkanlığından kurtulmayan devlet, gelir harcaması yetmeyince de bunu acısını halktan çıkarıyor. İşte o zaman halka borç yolları görünür. Yani kabak halkın başına patlar.

İşçi, köylü memuru borçlandırmakla yetirmeyen aç gözlü devlet ana kardaki bebekleri bile borçlandırıyor. Ülkemizde dünyaya gelen her bebek milyonluk bir borçla gözünü açıyor dünyaya dünya. Ne uğradığını bile anlamıyor. Borçlu yaşayıp, borçlu ölmeye mahkûm olacağı bir dünyaya gözlerini açmaya fırsat bulmada borç katlanıveriyor. Yürümeyi, konuşmayı, öğrenirken, okula giderken, iş ararken, çalışırken, bundan doğrudan etkileniyor. Bunun sonuçlarını hissetmesi için ille de devletin nasıl borçlandırdığını kavrayacak bilinçte ya da yaşta olması gerekmiyor. Yürümeye çabalarken, mamasında, azalan çoğu zaman da hiç olmayan oyuncaklarından, okula giderken gittikçe eksilen harçlığından ve nihayet çalışacak yaşa geldiğinde de kapıların suratına kapanmasında, o da olmazsa ay başlarında da “derin bir oh” çekmesinde anlıyor.

Kapitalizmde devlet, varlığını borçlanmayla sürdürebildiği için, bu özellik doğal olarak devlet dış ve iç borçların giderek arttığı, buna bağlı olarak da her yıl ödenmesi gereken ana para ve faiz miktarlarının ödenip bitirilmesi olanakları olmayan noktaya geldiği bir kısırdöngüye sokuyor. Kapitalizmde, içinden çıkılmayacak ekonomik krize yol açan bu durum, devletin sadece halkı borçlandırmakla kalması değil, halka vermesi gereken hizmetlerde yaşıyor. Sonuçta kendi boğazında kesmeyi sevmeyen devlet halkın lokmasını daha önüne gelmeden koparıyor.

Hem kendi arasında “borçlunun alacaklının duacısı” olduğunu söyler. Belki, bunu söylediği zamanlarda kapitalizmi henüz tanıyamamıştır. Çünkü kapitalizm de alacağına şahin kesilen devlet, ki onun bütün alıp veremediği emekçilerdir, halkı zorbalıkla borçlandırdığı gibi, bu borcun da halktan zorla alır. Onun borçlandırdığı halka “dua ettiği” görülmemiştir. O hem alır hem de “beddua” eder. Onun için emekçilerin ölmeden süründürecek araç ve yöntemleri keşfetmiştir…  Bütün istediği de kan kusturduğu emekçilerin “Kızılcık şerbeti içtim” demesidir.

Bu sistem yok edilmedikçe, onların bu şatafatlı saltanatı sürecek, zamlar zamları kovalayacak, emekçiler ise her gün ay sonunun nasıl getireceği hesabında olacaktır…

Kurtuluşun yolu örgütlenmek. Mücadele etmek ve onların bu sömürü düzenlerini başlarına geçirmekten geçmektedir. 

26 Temmuz 2023

Önceki İçerikDEDAŞ İŞÇİLERİ MÜCADELEYİ SÜRDÜYOR
Sonraki İçerikŞENYAŞAR AİLESİ , MECLİSTE AÇIKLAMA YAPTI