Emperyalist Haydutlar Ortadoğu’yu Yeniden Şekillendirirken

Ortadoğu, tarih boyunca farklı kimliklerin, etnik ve mezhepsel yapıların kesişim noktası olarak jeopolitik bir öneme sahip olmuştur. Bu stratejik öneminden dolayı bölge emperyalist haydutların sürekli müdahaleleriyle kan gölüne çevrilmiş, suni olarak yaratılan devletler aracılığıyla Arap ülkelerinin çoğu uşak haline getirilmiştir. Siyonist İsrail’in başındaki katil Filistin halkına seslenirken; “müttefik ve kardeş olarak düşündüğünüz Müslüman ülkeler size sadece cenaze torbası yoluyorlar, bize ise çelik, çimento vb. yoluyorlar” ifadeleri, bu uşaklığın vahim bir tezahürüdür. Son yıllarda bölgedeki güç dengeleri ciddi bir dönüşüm geçirirken, bu değişim hem bölgesel hem de küresel aktörlerin stratejik hesaplarıyla karmaşık bir hal almıştır. Bu çerçevede, Suriye’de DAİŞ artığı HTS çetelerinin konumlanması, diğer yanda ise Kürt özgürlük hareketinin girdiği yeni süreç hem Ortadoğu’nun şekillenmesinde hem de Kürt özgürlük mücadelesi gelişiminde kritik önem taşımaktadır.

Bölgedeki son gelişmeler, özellikle Siyonist İsrail’in Filistin halkına karşı uyguladığı soykırım ve Gazze’yi tamamen işgal etme hamlesi ve politikaları hız kazanmıştır. Diğer yanda Hamas ve İran konusunda Lübnan’a yönelik baskıları sürerken, Suriye’de ise Batılı ülkelerin uyguladığı ağır ekonomik yaptırımlar kaldırılsa bile Siyonist İsrail’in askeri müdahaleleriyle devam eden sürece odaklanmaktadır. Klasik kapitalist devletlerin işbirlikçi ihanet taktikleri ve Trump’ın son gezisiyle Siyonist İsrail’e itaat ve güvenliğine yönelik hamleleri pekiştirilmiştir. İran’ın bölgesel etkisi, özellikle Siyonist İsrail ve ABD tarafından sınırlanmaya çalışılmaktadır. HTS iktidarının dayanıklılığı tartışılırken, varlık sürdürme mücadelesi Suriye’de yeni bir siyasi düzen arayışını gündeme getirmeye devam etmektedir. Başlatılan ve devam eden Alevi katliamına karşı ise tüm güçler susmakta ve görmemezlikten gelmeye devam etmektedirler.

Siyonist İsrail ve ABD, Ortadoğu’daki gelişmeleri ulusal güvenlik perspektifinden ele almakta ve Suriye’nin mevcut durumunun veya olası bir boşluğun kendisine tam güvenlik sağlamadığı görüşünü benimsemektedir. Bu durum, Siyonist İsrail’i yeni stratejik ittifaklar arayışına yöneltmiş, özellikle Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki artan etkisini azaltma çabasında. Dürziler ve Kürtleri kendisine potansiyel müttefikler olarak görülmekte; ancak bu ittifakların sürdürülebilirliği, Kürtlerin daha bütüncül ve organize bir yapı sergilemelerine bağlı olduğu belirtilmektedir.

Siyonist İsrail’in güvenlik çıkarları ile bağımsız bir Kürdistan fikrinin örtüştüğü analizleri giderek artan bir dönemde, Kürtlerin Türkiye içinde anlaşma çabaları bu durumu şimdilik kabul etmiş gibi görünmektedir. Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Gen Michael Flynn’in Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlığa ulaşabileceği yönündeki açıklamaları bu stratejik eğilimin bir göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca, İngiltere ve Fransa gibi Batılı güçlerin Rojava’daki Kürt aktörlerini bir araya getirme çabaları, Suriye’deki stratejik çıkarlarını güvence altına alma politikalarının bir parçası olarak görülmelidir. Özellikle ABD, IŞİD’in yeniden güçlenmemesi tehlikesi söylemiyle Kürt bölgesi ile iş birliğini derinleştirmekte, bu muhtemelen potansiyel siyasi sonuçlarını yaratmaktadır.

ABD, Avrupa ve Siyonist İsrail ile Kürtler arasındaki potansiyel yakınlık ve iş birliği senaryoları, Türkiye açısından ciddi bir tehdit algısı yaratmasına karşı, bunun önünü kesmek için Kürtlerle yeni bir süreç başlatmak durumunda kalmıştır. Bunun için Türkiye, bu yeni dengelere karşı kendi stratejik çıkarlarını korumak amacıyla konumunu sık sık değiştirmekte ve çeşitli yaklaşımlar denemekte; örneğin, Abdullah Öcalan üzerinden kamuoyunu ve PKK’nin feshiyle silah bırakması sürecini gündeme sokmuştur. Türkiye’nin “B Planı” olarak adlandırılabilecek yaklaşımlar, Kuzey Kürdistan’daki silahlı mücadeleyi sonlandırmayı, PKK’nin siyasi varlığını tasfiye etmeyi hedeflemektedir. Diğer yanda ise, Rojava’da potansiyel bir İsrail-Kürdistan ittifakını engelleme çabasıdır. Zaten Türkiye, Irak’ın kuzeyinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KDP) ile ilişkileri uzun süredir daha ileriye taşımış, PKK’ye karşı birlikte savaşma aşamasına getirmiştir.

Ancak bu gelişmeler karşısında, Kürtler açısından bağımsızlık hedefine giden yolun önündeki siyasi ve jeopolitik şartların yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye ile uzlaşmaya yönelik veya emperyalist güçlerin çıkarlarına hizmet edebilecek bir yönelim, bu momenti kaçırmaya ve Kürt halkının beklentilerini boşa çıkarmaya, hatta hayal kırıklığına yol açmıştır.

Kuşkusuz ki Kürt özgürlük hareketinin girdiği yeni süreç sadece Kürt halkını ilgilendirmemektedir. Kürtlerin özgürlük mücadelesi iradesi, siyasal örgütlenme kapasitesi ve uluslararası dayanışma ve örgütlüğü, sadece Ortadoğu’daki dengeleri değil, yani sıra, dünya genelindeki benzer ulusal mücadeleleri de etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Özgürlük mücadelesi veren birçok ulus ve yapı, Kürt direnişinden ilham almaktadır.

Bu yeni süreçte Kürt halkı, bölgesel ve küresel dinamikleri dikkatle takip ederek kendi çıkarları doğrultusunda stratejiler geliştirmeli ve bağımsızlık hedefine yönelik adımlar atılmalıdır. Bu süreç, belirsizliklerle dolu olsa da Kürt mücadelesinin potansiyelini önemli bir dinamik olarak ortada durmaktadır. Kürt hareketinin kendi çıkarlarını ve egemenlik hakkini önceliklendirmesi, emperyalist ve faşist güçlerin oyununa gelmemesi elzemdir.

Önceki İçerikCumartesi Anneleri 1052. haftada: Gözaltında kaybedilen Mehmet Selim, Hasan ve Cezayir Örhan için adalet çağrısı
Sonraki İçerikMehmet Uçum: ‘Türkiye’de siyasi tutsak yoktur’

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz