Bu yazıda tasfiyeciliğin yapılar içinde yarattığı tahribata, kendine bakmadan başka yapılara yön vermeye ya da onların siyaset yapmasını engellemeye dönük tutumuna değineceğiz. Örgüt olma niteliğini yitirmiş, kadro sayısı daraldıkça daralan yapıların en sık başvurduğu yöntem bellidir: “Gelişiyoruz, güçleniyoruz; o yüzden saldırı altındayız!” yaygarasıyla kendi çöküşlerini gizlemek… Kendi içinde çözülmüş, ideolojik ve politik olarak dağılmış yapılar karşısında siyaset yasağı ilan ederek kendilerini “öncü” ilan etme çabası… Bu tutumlarda sınıf mücadelesi yoktur, devrimci dayanışma yoktur; yalnızca kendi varlığını ispatlama paniğiyle şekillenmiş siyasal bir daralma vardır.
Tasfiyecilik, devrimci hareketin içine sızmış en sinsi, en zararlı ve en çürütücü eğilimdir. Bir örgütün damarlarına girip fark edilene kadar tüm canlılığını kemiren siyasal bir hastalık gibidir. Çoğu zaman kendini devrim adına konuşuyormuş gibi sunar; fakat gerçekte devrimci iradeyi boğar, örgütsel kararlılığı felce uğratır ve teorik üretimi çoraklaştırır. Tasfiyecilik, devrimci olmayan her şeyin toplamıdır: kararsızlık, korku, kişisel hesaplar, örgütsel disiplinin reddi, burjuva tarzı davranışlar ve siyasal dürüstlükten uzak duruş… Bu nedenle tasfiyecilikle mücadele herhangi bir tartışma değil; doğrudan devrimci hareketin kendi varlığını savunma görevidir.
Tasfiyecilik her zaman gerilemenin içinden doğar. Örgüt gücünü kaybettikçe bu gerçekle yüzleşmekten korkar ve bu korkuyu örtmek için sahte düşmanlar, uydurulmuş saldırılar, hayal ürünü senaryolar üretir. Böylece zayıflığını gizlediğini sanır; oysa gerçekte çöküşünü hızlandırır. Tasfiyeciliğin en belirgin davranış biçimi örgütsel zayıflığı dış komplolara bağlamaktır. Bir yapı üretme gücünü kaybettiğinde hemen “bize operasyon var”, “herkes bize saldırıyor”, “tüm yapılar bize cephe aldı” söylemlerini dolaşıma sokar. Oysa bir devrimci hareketi yıkan dış saldırılar değil, içeride biriken çürümedir. Tasfiyecilik işte bu çürümenin siyasal dili ve davranış biçimi hâline gelir.
Tasfiyeciler hiçbir zaman açık tartışmadan yana olmazlar. Çünkü açık tartışma devrimci yöntemin alanıdır; tasfiyeci ise bu yöntemden korkar. En güçlü olduğu yer dedikodu, ima ve kapalı kapılar ardında yürüyen fısıltı siyasetidir. Gerçeklerden değil söylentilerden; argümandan değil kişisel saldırılardan teoriden değil manipülasyondan beslenir. Bu davranış tesadüf değildir; tasfiyeci burjuva siyaset tarzını içselleştirmiştir. Küçük hesapları büyük doğruların önüne koyan burjuva siyasetinin tüm çarpıklıklarını devrimci harekete taşır. Tasfiyeci kendisinin de devrimci yöntemden uzaklaştığını bilir; fakat devrimci olgunluğu ve cesareti olmadığı için karanlığa mahkûmdur. Işığa çıktığı an çürümüşlüğünün görünür olacağından, açıklığa ve hesaplaşmaya düşmandır.
Tasfiyecilik devrimci kurumlar arasındaki ilişkileri de zehirler. Tasfiyeci yapı en çok birlikten ve dayanışmadan rahatsız olur. Kendi zayıflığı, güçlü bir devrimci kültür karşısında belirginleşir. Bu nedenle tasfiyeci, ilk olarak kurumlar arasındaki güveni hedef alır. Ufak bir anlaşmazlığı büyütür, tartışmaları çarpıtır, kurumları birbirine düşürmek için örgüt içi ve dışı her türlü söylentiyi dolaşıma sokar. Yalanları tutarsızdır; ancak amacı gerçekleri ifade etmek değil, kafa karıştırmak ve devrimci dayanışmayı sabote etmektir. Tasfiyeci için yoldaşlık değil, kendi bireysel konumunu korumak önemlidir. Devrimci hareketin kazanımlarını değil; kişisel iktidar alanlarını düşünür. Bu yüzden tasfiyecilik yalnızca örgütsel değil, aynı zamanda fedakârlığın yerine konforu, kolektifin yerine bireysel rahatı, programın yerine kişisel hoşnutsuzluğu koyan çürümüş bir karakter sorunudur.
Tasfiyeciliğin tarihsel kökleri derindir. Bolşevik Parti’nin Menşeviklerden kopuşu yalnızca bir program ayrılığı değil, aynı zamanda tasfiyeci zihniyetin tasfiyesi ve devrimci disiplinin savunulmasıydı. Menşevik tasfiyeciler örgütsel gevşekliği “demokrasi”, pasifliği “akılcılık”, devrimci kararlılığın reddini ise “gerçekçilik” olarak sunuyorlardı. Lenin bu eğilimi yalnızca politik bir hata olarak değil; devrimci sınıf mücadelesine yönelmiş bilinçli ya da bilinçsiz bir saldırı olarak değerlendirdi. Mao ise tasfiyeciliği parti içindeki burjuva tarzı davranışların yoğunlaştığı, hastalık üreten bir düğüm olarak tanımladı. Halk içindeki çelişkilerin demokratik yöntemlerle çözülmesi gerektiğini vurgulayarak kapalı, manipülatif yöntemleri mahkûm etti. Bu örnekler tasfiyeciliğin dönem ve koşullar değişse de devrimci hareketi içten içe kemiren aynı hastalık olduğunu gösterir.
Bugün de tasfiyecilik aynı şekilde işler. Bir yapı üretim yapmayı bıraktığında, politik hattını netleştiremediğinde ya da kendini yeniden örgütleyemediğinde tasfiyeci sesler yükselir. “Eleştiri” adı altında örgütü felce uğratmaya çalışırlar; gerçekte yaptıkları tek şey mücadeleden kaçmaktır. İdeolojik üretime katkısı olmayanlar bir anda “doğru çizginin savunucusu” kesilir; örgütsel sorumluluk almaktan kaçanlar örgüte yön verme iddiasına kapılır. Söyledikleri ile yaptıkları arasındaki uçurum, tasfiyeciliğin en belirgin zayıflığıdır.
Tasfiyecilik mücadeleyi felce uğratan bir moral çöküş, enerjisizlik ve karamsarlık üretir. Örgütün dikkatini dış düşmanlardan koparır; kadroları mücadeleye değil, birbirine karşı tetikte durmaya zorlar. Bu durum kısa sürede örgütsel atalete, moral bozulmasına ve politik körleşmeye yol açar. Tasfiyecilik uzun vadede asla başarıya ulaşamaz; çünkü kendi enerjisini tüketen, iradeyi aşındıran bir süreçtir. Kadroları yıpratır, kolektif iradeyi dağıtır ve sonunda ya tamamen çöker ya da ardında örgütsel bir enkaz bırakır. Devrimci hareketin görevi tasfiyeciliğin kendiliğinden çökmesini beklemek değil; onu ideolojik, politik ve örgütsel olarak ezmektir. Tasfiyeciliğe hoşgörü göstererek büyümek mümkün değildir; tam tersine tasfiyeciliğin etkisi kırıldıkça devrimci hareket güçlenir.
Bu nedenle tasfiyecilikle mücadele yalnızca savunma değil; aktif bir saldırıdır. Devrimci yöntemin, örgütsel disiplinin, bilimsel sosyalizmin, programatik netliğin ve kolektif moralin yeniden inşasıdır. Dedikodunun karşısına gerçeği; manipülasyonun karşısına teoriyi; kişisel hesapların karşısına programı koymak devrimci bir görevdir. Devrimcilik kararlılık, netlik ve fedakârlık ister. Tasfiyecilik ise yalnızca kaçıştır. Bu nedenle devrimci hareket tasfiyeciliği yalnızca ideolojik olarak eleştirmez; onu siyasal bir sapma olarak teşhir eder, örgütsel bir tehdit olarak izole eder ve yenilenme süreciyle aşar.
Tasfiyecilik çöküşün adıdır. Devrimci mücadele ise yeniden kuranların, ayağa kalkanların ve ileriye yürüyenlerin siyasetidir. Çökenler tasfiyeciliğe sığınır; direnenler devrimci kararlılığa. Bu yüzden tasfiyeciliğe karşı mücadele, devrimci hareketin kendi geleceğini savunma mücadelesidir. Devrimci hareket tasfiyeciliği aşarak büyür; çünkü tasfiyecilik çürütür, devrimcilik ise yaşam ve mücadele enerjisi üretir. Tarih her zaman yaşamdan yana olanları, mücadele edenleri ve örgütlü iradede ısrar edenleri yazar.
Eren AYdin
3 Aralık 2025






