Halklarımızın gündemi; yokluk yoksulluk ve baştan sona her şeye zam gelmesi. Doğal gaza, petrol ürünlerine, elektriğe yapılan zamlar ardından hemen zincirleme bir zam furyasını başlatıyor. Evlere gönderilen faturalar halkın ödeme gücünün çok ötesinde. Yüksek enflasyon, ücretleri ve maaşları kemiriyor. Açıklanan asgari ücretin, daha çalışanların cebine girmeden enflasyon ve zamlar karşısında yok olması. Yaşanan ekonomik siyasi krizin gölgesinde ezilen, sömürülen emekçilerin yaşamını sürdüremez hale gelmesidir. Geçinemediği için, evine ekmek götüremediğin de intihar edenler, işsizlikle boğuşanlar… Bunun içindir ki ülkenin dört bir yanında hakları için direnişe geçen işçilerin mücadelelerini, yüksek fatura bedellerine ve fahiş zamlara karşı sokağa çıkan halkın isyanını, her gecen gün yayılmakta ve işçilerin direnişi ile grevler zafer kazanmakta.
Faşist iktidarın tüm baskı ve uygulamaların karşısında artik korku duvarı yıkılıyor. Bunun içindir ki Türkiye oligarşisi çöküntü içinde olan sistemini kurtarmak için Millet ittifakı adı altında AKP-MHP faşist partilerinde bir farkı olmayanları yeni umut olarak halklarimiza pazarlama çabasında. Onlar ki yaşanan tüm yokluk yoksulluk karşısında halkımıza; “aman sokağa çıkmayın, sokak provokasyon, iktidarın işine yarar, sandığı bekleyin diyeneler…” bugüne kadar ki AKP uygulamaları ve bu ülkede yaşanan katliam ve soykırımların mimarları ve suç ortakları değiller mi?
Tüm aralarında ki çatışma ve çelişkilere rağmen sistemi korumak ve sistemin zarar görmesinin önünde barikat olmakta ortaklaşmaktalar. 6’lı masanın girilen seçim sürecinde ki tutum ve söylemleri çok açık göstermektedir ki AKP-MHP faşist ittifakı karşısındaki ortaklıkları ondan hesap sorma olmadığı ortada. Onar oligarşiye ‘biz sistemi daha iyiyi sahipleniriz’ mesajıyla kendini pazarlama çabasındalar. Kürt halkına karşı yürütülen soykırım savaşı ve işçi emekçilerin, bir bütün olarak hakların özgür eşit yaşam talepleri karşısında birbirinde ayrılmaz, ortaklaşanlardır.
Sol yelpazede olduğunu iddia eden, sol söylem ve sloganlarla kitleler karşısına çıkan Liberal-reformist ve uzlaşmacı küçük burjuva partiler yaşanan tüm baskı, şiddet, yokluk yoksulluk karşısında umudu bu faşist muhalefet partileriyle yan yana olmakta görmekteler. Tıpkı onlar gibi, yaşanan sorunlar karşısında kurtuluşu seçim sandığında ve faşist parlamentoyu gösteriyorlar.
Bu tablo sol sosyalist söylemlerinin altında reformist ve uzlaşmacı partilerin çözüm yolu olarak parlamento, seçımı ve dünün derin aklı” Davutoğlu sıvasın katili Temel Karamollaoğlu, asit kuyularının uygulayıcısı ve savunucusu faşist Akşener ve sistemin bekçisi faşist CHP ile yapacaklar.
Yaşananlar karşısında kitleleri sisteme yöneltme yerine burjuva partileriyle ortak yol arayışları ve onlara verilen destek kuşkusuz ki salt seçimlerle sınırlı değil. Kendine, ideolojiye ve kitlere güvensizliğin sonucu her seçimde burjuva muhalefetinin desteklemenin bir gerekçesi yapıldı ve gösterildi. Hala da gösteriliyor. Bu kesimlerin sol – sosyalist bağımsız politik söylemleri göstermeliktir. Çünkü liberal, reformist küçük burjuva akımlarında gerçek olan şey, emekçi kitleleri ve burjuva partiler karşısında bağımsız bir tavır almaya yöneltmek değil, onları burjuva muhalefetin etkisine sokmaktır. Dolayısıyla yapılan, kitleleri temel devrimci hedefler uğruna mücadeleden uzaklaştırmaktır.
Her geçen gün gelişen işçi direnişleri karşısında barikat olan sarı sendika ve sendika bürokrasisinde adim adim zorlamakta geride bırakmaktadır. Tüm bu gelişmelere rağmen zamlar karşısında ortaya çıkan gösteriler ve işçi grevleri …. Derinleşen ekonomik-siyasal krize rağmen, sömürü ve zorbalık düzenine muhalif devrimci güçlerin önderlik misyonunu yerine getirememesi, güçlerinin dağınıklığı (1) ve sesinin cılızlığı hemen herkesin dikkatini çeken bir olgu.
Bir avuç mutlu azınlığın, iktidarının ömrünü biraz daha uzatmasına fırsat tanıyan da aynı etmen.
Faşist sitemin giderek daha da belirginleşen açmazına, çürümüşlüğüne ve emekçilerin öfkesinin her gün bir kat daha artmasına yol açan halk düşmanlığına rağmen, örgütlü ve güçlü bir direnişle, mücadeleyle karşılaşmayışının nedenlerini bularak çözme görevi yine tüm yakıcılığı ile karşımızda duruyor.
Sorunu bir başka şekilde ortaya koyacak olursak; emekçi halkların sömürü ve zorbalıklar karşısında taşma, patlama noktasına kadar biriken öfkesine, emekçi sınıfların iktidarını adım adım, mevzi mevzi örecek kapasiteye sahip olmasına rağmen mi bu böyledir? Ya da düzene alternatif bir gücü her yönü ile temsil etmemize rağmen, sonuç alıcı adımlar atılmasının önündeki engel her yanıyla tel tel dökülen bu düzen midir?
Bu ülkede emekten yana olup hayatın gerçekliğini soluyan hiç kimsenin bu sorulara olumlu yanıtlar vermesi mümkün değildir. Çünkü işçisinden memuruna, köylüsünden küçük esnafına, öğrencisine kadar hiç kimse yarından umutlu değil. Çünkü geleceğe ilişkin umut sahibi olmak bir yana, yarını konusunda fikir sahibi olmayanların gittikçe çoğaldığı bir süreçte yaşıyoruz. İliklerine kadar çürüyen oligarşi 12 Eylül süreciyle birlikte adım adım yaratmaya giriştiği insan tipini günü birlik yaşama koşullandırmayı başardı. Hala da apolitik, lümpence ve alabildiğine yoz bir yaşam tarzını tüm olanaklarını seferber ederek körüklemeyi sürdürüyor.
Kuşkusuz, ekonomik, politik, ideolojik anlamda düzeni sorgulayan insanlar yok değil. Ancak bu güçler ciddi bir potansiyel oluştursalar da örgütsüzlük, perspektifsizlik nedeniyle etkin ve belirleyici bir rol oynamaktan uzaklar.
Fabrikalarda, tarlalarda, okullarda, işyerlerinde, evlerde, yolculuk ettiğimiz taşıtlarda belirsizliğe, geleceksizliğe mahkûm edilmeye duyulan müthiş bir öfkeye tanık oluyoruz. Bir dokun, bin ah işit misali, yaşamın her cephesinde bitip tükenmeyen sorunlarla, işsizlik, eğitim, barınma, sağlık vb. sorunlarıyla boğuşmanın yarattığı bir isyan var. Bu koşullar altında hırpalanan, çaresizliğe itilen, çıkar yol bulamayıp bunalımdan bunalıma sürüklenen bir halk gerçeği ile karşı karşıyayız.
Öte yandan, batakhaneler öylesi bir hızla yaygınlaşıyor ki, neredeyse adım başı bir batakhane var. Kahvehanelerin, dernek, lokal, vb. görünümlü kumarhanelerin, birahanelerin, barların, taverna adı altında fuhuş yuvalarının artık nerede ise sokaklara kadar yaygınlaştırıldığı bir ortamda, halk kitlelerini kendisine ve emeğine yabancılaştıracak, esir alacak tuzaklar kuruluyor.
Peki, insanı insana, emeğine yabancılaştıran bu tablo nasıl değişecek? Günlük hayatta olumsuz etkileri ile dolaysız biçimde hemen herkesin karşılaştığı bu somut gerçekliği kimler değiştirecek? Yakıcı ve çözüm bekleyen sorular işte bunlardır.
Oligarşinin planlı, bilinçli bir şekilde ürettiği suni gündemini aşıp geçerek, emekçi halkların gerçek gündemini belirleyen, olguları alternatif tarzda ele alıp çözmesi gereken devrimcilere bu tarihsel kesitte çok ciddi sorumluluklar düştüğü açıktır.
Öncelikle, mevcut tabloyu değiştirebilmenin yolu, oligarşinin kendi sınıf çıkarlarını empoze eden politikalarına karşı, ezilen halkların çıkarlarını temsil edecek, ideolojik-siyasal-kültürel anlamda sınıf tavrını somutlayacak olan örgütlülüğün, hayatın her alanında kendini hissettirecek bir düzeye ulaşmasından geçiyor.
Yenilgi psikolojisinin düzene yedeklenmeye kadar götürülmek istendiği, yılgınlığın ve teslimiyetin çeşitli yöntem ve kanallarla neredeyse toplumun tüm kesimlerine taşınmaya çalışıldığı koşullarda, bütün bu engelleri aşmak kuşkusuz kolay olmayacaktır. Yaşanan erozyonu, daha da pekiştirilmek istenen güvensizliği ve ufuklardaki daralmayı hesaba katmayan bir devrimciliğin yeni yeni hayal kırıklıkları yaratmaktan öteye gidemeyeceği bilinmek zorundadır. Nesnel durumu yok saymadan, görmezden gelmeden, ama bu nesnelliğe teslim olmadan, bilinçli bir çabayla onu değiştirmeye çalışmalıyız. İdeolojik-siyasal netliğe sahip olmayan, mücadelenin canlandırılıp yükseltilmesi doğrultusunda gerekli adımları atamayanların bu yolda istenen mesafeyi alması da mümkün değildir.
Bir çırpıda yerine getirilemeyecek kadar zorlu görevlerle karşı karşıya olduğumuz gerçeği bilince çıkarılmadan, bir sistematiğe sahip olmayan, süreklilik göstermeyen yaklaşımlarla, basit ve sonuç almaktan uzak müdahalelerle üzerinde güçlü atılımların yükseleceği temel inşa edilemez.
Devrimciliğin iman gücü ile ele alındığı, ömür törpüsü olarak görüldüğü, kolektif, üretken bir mecraya akıtılamadığı koşullarda, ağırlaşmış bir zeminde, değil koşmak, adım atmak, yürümek dahi çok zordur.
Tozun dumana karıştığı, gözün gözü görmez olduğu bir ortamda ve kuşatılmışlığa rağmen çevremizdeki potansiyeli görebilmek, en basitinden en önemlisine bütün olanakların, ilişkilerin farkına varabilmek öncelikle doğru bir perspektife sahip olmaya ve görüş alanımızı genişletmeye bağlıdır.
Bu ise kapkaranlık bir yolda dahi yolumuzu aydınlatarak yürümemize olanak tanıyacak, önümüze ışık tutacak devrimci ideolojinin, anlaşılması ve kavranabilinmesine bağlıdır.
Günlük heyecanlara, gelişmelere endeksli, gel-gitleri sıklaşan devrimciliğin yoksun olduğu da budur.
Bizleri geleceğe taşıyacak, sosyalizm umudunu canlı tutacak dinamiklerle buluşma ve bütünleşme zemininin giderek daha güçlenmektedir. Sağlam temeller atmaya uygun koşulların şekillendiği yeni alanlara ve güçlere sistemli, derli toplu bir tarzda yanaşmalıyız.
Bu anlamda mücadeleye katkı sağlamayan, devrimci yaşama ait olmayan, üzerimizde yabancı ve iğreti duran yanlarımızdan süratle kurtulmak zorundayız.
Umut ve beklentilerini açıkça ifade eden insanlarımız da yeni yeni buluştuğumuz insanlar da önderlik misyonunun yerine getirilmesine bağlı olarak dikkate değer adımlar atabiliyorlar. Bu adımların sıklaşmasının bizim performansımızla doğrudan bağlantılı olduğu, çabalarımızla paralellik arz edeceği bir an bile akıldan çıkarılmamalıdır.
Açıktır ki, yaşadığımız sorun ve sıkıntıları adımı adım aştığımız bu süreçte sürecimizin ağırlıklı yönünü kurumlaşma ve biçim kazanma çabası oluşturmaktadır. Maddi temelimiz sağlam olmazsa, üzerine neyi nasıl şekillendireceğimiz konusunda net bir düşünce ve perspektife sahip olmazsak, yaratılacak kurumlaşmanın da bundan payını alması kaçınılmazdır. Bu insan açısından da yapı açısından da böyledir.
Hedeflerimize ulaşmada başarı kazanmak istiyorsak, sistemli ve programlı çalışma tarzını sabırlı, güçlü ve inatçı çaba ile bütünleştirmek zorundayız. Günü kotarmaya çalışmakla yetinen, günlük koşuşturma içine hapsolan, boğulup kalan, planlı-programlı çalışmadan uzak bir devrimcilik anlayışının kitlelerle kucaklaşabilmesini, pratiğin önünü açabilmesini, yoktan var etmesini beklemek hayalcilik olur.
Girdiğimiz tüm alanlarda ilişki, insan, olanak yaratma, etkili ve kalıcı izler bırakma noktasında, önümüze en yüksek verimi alma hedefini koymazsak, bunu sağlamak için gereken özeni göstermezsek, ileri fırlayacak dinamiklerle buluşmamız da mümkün olmayacaktır.
Saflarımızda kolaycılığı, adeta her şeyin önüne konulmasını bekleyen hazırcılığı mutlaka aşmak zorundayız.
Emek harcanmadan elde edilecek hiçbir şeyin gerçek anlamda bir değer taşımayacağına inanıyorsak; başkalarının emekleri üzerinden kendimizi yenileyemeyeceğimizi, geleceği öremeyeceğimizi biliyorsak tüm yaşamımızı buna uygun düzenlemeliyiz. Emek verildiğinde, kafa yorulduğunda bugün önümüzde aşılmaz görünen engellerin kolayca aşılabildiğini de görürüz.
Düşüncede ve eylemde, programda ve taktikte, üretimde ve değerlendirmede daha fazla yoğunlaşan beyinlere ihtiyacımız olduğunun, olacağının altını çizmek zorundayız.
Doğru yerde ve zamanda inisiyatif geliştiren, sahiplenen, Devrimci Hareketin mücadele yeteneğini nasıl daha fazla artırabilirim düşüncesine kafa yoran, yaşamını bu düşünceye uygun olarak biçimleyen insanlara ihtiyacımız var.
Bulunduğu alanın, kurumun, mevzinin değerini bilmeyen, insana ve olanaklara karşı hoyrat, yetinmeci, üretmeyen, yaratmayan, sürekli tüketen yanlarımızı ve yaklaşımları saflardan söküp atmalıyız.
Bugün bizlere kadar ulaşan değerlerin, olanakların, birikimlerin öyle kolayca elde edilmediği, her birinin emekle, alın teriyle, ağır bedeller ödenerek kazanıldığı bilinciyle davranışlarımıza yön vermeliyiz. Sorunlara bu perspektifle yaklaşmalıyız. Değişme ve değiştirip dönüştürme faaliyeti tüm yaşamımıza damgasını vurmalı, yarına, geleceğe yanıt olmaktan uzak, gelişip güçlenmemizin önüne set çeken yanlarımız mutlaka ve mutlaka yenilgiye uğratılmalıdır. Dağıtıcılığın yerine toparlayıcılık, sorun yaratan olmanın yerine sorun çözen olma geçmelidir.
Bugün, Devrimci Hareketten, bizden beklenenlere cevap olabiliyor muyuz sorusunu daha ciddi biçimde kendimize sormanın tam zamanıdır. Bulunduğumuz bölgede, alanda, birimde, kurumda görev ve sorumluluklarımızı ne kadar yerine getiriyoruz ne öğreniyoruz ve ne öğretiyoruz? Gelişmelere, çalışmalara olumsuz etkimiz ya da katkımız ne boyuttadır? Programımız nedir? Önümüze hangi hedefleri koyduk ve bunların hangilerini yerine getirdik? Nerede ve niçin başarısız olduk?
Bu ve benzeri soruları her gün ve daha da çoğaltarak kendimize sormalıyız. Bütün bu soruların öncelikle kendimizi ikna edici cevaplarını bulmalıyız. Yaratıcı ve dönüştürücü yanlarımızı geliştirmek için büyük bir çaba içerisine girmeliyiz.
İşin kolayına kaçmadan, bir emekçinin sabrı ve becerisiyle eksikliklerimizi, yanlışlarımızı onarmalı, geleceğe doğru emin adımlarla yürümenin heyecan ve güvenini tüm benliğimizde yaşamalıyız.
Devrimcilik en özlü tanımı ile olmazları olur kılma iradesidir. Bu iradeye sahip miyiz, değil miyiz sorusunu pratik yanıtlayacaktır. Yani, irademizin ne kadar güçlü olup olmadığının mihenk taşı pratik olacaktır.
Bunun için kendimizi eğitmeli, hata, eksik ve zaaflarımızdan arınarak değişip dönüşmeli ve var gücümüzle mücadeleye asılmalıyız.
15 Temmuz 2022
(1) Var olan birliktelikler sınıf mücadelesini geliştirme, kitlelere önderlik edip devrime taşımaktan çok uzak. Pragmatist kendini yaşatma ve statükolarını korumaktan öteye gitmemektedir.