Devlet ve Kürt özgürlük mücadelesi cephesinde yaşanan gelişmeler

Öncelikle şunu vurgulamakta, ya da hatırlatmakta yarar vardır. Ezen ulus komünistleri ezilen ulusun kendi kaderini tahin hakkini her koşulda destekler. Ezilen ulusun ayrılık, otonomi, özerklik vb isteminin yaninda olur. Bu bağlamda Kürt halkının kendi kaderini belirlemedeki istem ve tercihini desteklemek koşulsuz yaninda olmak devrimci bir görevdir.

Ancak yaşanan gelişmeler bunun çok ötesinde. Yaşamda bir karşılığı olmayan, ulus devlet, otonomi, özerklik vb günümüzde bir anlamının kalmadığı tespiti sadece Kürt halkının ulusal özelik istemlerini yok etme çabasıdır. Bunu istemenin haklara özgürlük değil kölelik getirdiği tespitinin yanlışlığıdır. Hatırlanacağı gibi reel sosyalizm dağıldığında; “tarihte biti ideolojide, artik ortaya çıkmıştır ki insanlık için kapitalizm ve ‘demokrasiden’ başka bir gelecek yoktur…” diye nara atanların bu tespitlerinin yerle bir olması uzun sürmedi, ya da ‘’elveda gerile’’ deyip silah bırakan gerilla örgütlerinin.  Emperyalist haydutların kendi aralarındaki alan hakimiyeti ve Pazar çatışması insanlığı büyük bir yıkıma ve acılara sürüklediği gerçekliğinin bugünde yaşıyoruz tüm yönleriyle.

Tarih buyunca anlarca katliama, soykırıma tabi tutulmuş, inkâr ve imhaya tabi tutulmuş, dili, kültürü yok sayılmış, tek bayrak, tek millet söylemiyle yok sayılmış Kürt ulusu, sürekli katliam ve asimilasyona tabi tutulmasına rağmen özgürlük ve ulus olma istemi yok edilememiştir.

Sonra söyleyeceğimizi başta söyleyecek olursak yârim asridir çetin bir mücadele yürüten ve bu uğurda çok büyük bedeler ödemiş Kürt halkı ve onun özgürlük güçlerinin, bunca acı ve savaşın yaratığı acılar karşısında “barış” istemesinde anlaşılmayacak bir şey yok. Ancak, bu barış özleminin onun inkâr veya sistemin yedeğine çekilmesi olarak kabul edilemez. Keza bu ortaya çıkan tabloda Kürt halkının yaninda olduğunu iddia eden özünde sosyal şoven duygularını gizleyerek Kürt halkını, “barış, kardeşlik” söylemiyle sistemin yedeği haline getirmeye çalışan uzlaşmacılara, sosyal reformistlere gün doğdu uzun süredir özledikleri ortama kavuştular. Bunların “barış” istemi ile Kürt halkının özlem duyduğu “barış” bir ve aynı şey değildir. Bunlar özünde, uzlaşmacılar, Türkiye ve Kürdistan burjuvazisiyle uzlaşmak için barış isteyenlerdir.

Kürt cephesine dönecek olursak

22 Ekim’de Faşist şef Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla gündeme gelen Kürt sorunundaki yeni süreç, Abdullah Öcalan’ın beklenen açıklamasıyla önemli bir boyuta sıçradı. Ancak bu ve benzeri açıklama ve çağrılar yeni de değil hatırlanırsa A. Öcalan tutsak düştüğünde ve daha sonra 2013 “barış” sürecinde de benzer çağrıları yapmıştı.

Kamuoyuna yansıyan yanıyla -kuşkusuz bunun perde akasıda vardır- adi konmamış, her kesimin kendince adlandırdığı bir süreç yaşanıyor. Devlet; “terörsüz Türkiye” dediği ve  Öcalan in; “ Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı “demekte.

Ama kesin olan bir şey varsa bu sürecin bir yıldır çeşitli görüşmelerle sürdüğüdür. Ulusalarası güçler ve Irak cumhur başkanından Nahcivan Barzani’ye varana kadar birçok aktörün işin içinde olduğudur. Durum böyleyken Kürt özgürlük hareketinin bugüne kadar yaptığı açıklamaları neydi? “Bizim bildiğimiz bir şey yok, bize gelen bir bilgi yok, ortada değerlendirilecek bir şey yok, onur kırıcı teklifler, istemler var” vb vb. bunlar söylenirken birden “çağın yönelimi, manifesto vb değerlendirmeleriyle kongrenin toplanması ve silahların bırakılması, PKK’nin fesine gidecek yolun başlangıcı olarak ateşkesi ilana gelindi.

Devlet kanadında özetlenecekse; “teslimiyet pazarlık yok denmekte, ‘’ya silahı bırakırlar ya da silahla gömeriz” tehditleri öne çıkarken, Faşist şef Erdoğan açıklamadan sonra yaptığı konuşmada; “şayet verilen sözler tutulmazsa süreç bir şekilde oyalama, savsaklama göz boyama, isim değiştirip şark kurnazlığı oyunlarına baş vurulursa günah bizden gider. Helan süren, devam eden operasyonlarımızı taş ütünde taş, omuz üzerinde baş bırakmadan son teröristi bertaraf edilene kadar sürdürürüz…” demektedir.

Öncelikle bu çağrı ve çağrı metinindeki tespitlere katılmak mümkün değil. Bunun bir manifesto olarak sunulmasıysa ayrı bir gerçeğin çarpıtılmasıdır.  Ya da uluslararası basın ve devletlerin ilgiyle izlemesi konuyu ele alması bunun ifade edildiği gibi güçlü, çözüm odaklı bir manifesto olduğunda değil. Ülke ve dünyaya mal olmuş ve yarım asridir süren silahlı mücadele yürüten bir hareketin silah bırakma açıklamasının ilgi görmesi kadar doğal bir şey olamaz.

Kuşkusuz Kürt halkı bir ulus olarak vardır ve bu ulusal haklarını kullanma hakana sahiptir. Devlet kurma dahil tüm yönetim modellerine (federasyon, konfederasyon, özerklik gibi) sahip olma hakkı vardır. Anacak ileri sürdüğü gibi Kürtlerin kimlik sorunları çözülmüş değildir. Gerçek budur…

Tabi ki savaşan ve mücadele eden gücün aksi tutumu kendi özgür iradesi ve kararıdır. Bu türlü bir yönelim kendi tercihi ve karardır. Dolaysıyla Kürt Ulusal Hareketi veya Kürt halkı artık savaşmak istemeyebilir barış özlemini öne çıkara bilir. Bu kendi iradeleri ve buna da her kes saygı duymak durumunda. Keza bu mücadelesinin sonucu Türk egemen sınıflarıyla bir anlaşmaya da vara bilir, onunla barışa bilirde. Bu onların kendi tercihi ve tasarrufudur. Bize düşen saygı kuralarını yitirmeden eleştiri hakkımızı kullanmak ve dostane uyarılarımızı yapmakta tarihsel bir görev ve sorumluluğumuzdur.

Anacak tek taraflı yapılan bir açıklama ve anlaşılan bir yıldır sürdürülen görüşmelerin sonucunun ne olduğu, hangi kazanım ve hakların elde edildiği vb açıklanmadıkça bu haliyle bir kazanımda değil ancak bir tasfiyecilikte bahsedile bilinir. Dolaysıyla varsa bu açıklanmalı halka anlatılmalıdır.

Yapılan çağrının Kürt ulusu ve onun mücadelesi açısında ne anlama geldiği, Kürt ulusunun kaderini tayın hakki, ya da kısmı de olsa elde edilen haklar vb her şey tam bir belirsizlik içindedir.

Öcalan, kurucusu olduğu PKK’nin miladini doldurduğu ve kendini fes etmesi gerektiğini ilan eden çağrısına PKK olumlu yanıt vererek kongreyi toplayıp çağrıya uyacağını açıkladı ve ateşkes ilan etti.

Bu anlamıyla ortaya konan ve ifade edilenler, elde ki veriler bunun bir tasfiyecilik ve teslimiyet olduğudur. Kuşkusuz önümüzdeki günlerde bu konuda daha netleşecektir.

Faşist şeriatçı iktidarın giderek baskı ve şiddeti artırdığı, her türlü hak alayişinin şiddet ve tutuklanmalarla karşılandığı bir süreçteyiz. Yokluk yoksulluğun halklarımızı açlığa mahkûm etiği bir ortamdayız. Yasa anayasa her şeyin rafa kaldırıldığı, yargının sarayın emir eri hale getirildiği, başta Kürt halkının iradesi olan belediyeler ve muhalif belediyeler el koyan bir iktidarla karşı karşıyayız. Burjuva anlamada da olsa hiçbir demokrasi kırıntısının kalmadığı sokakta röportaj veren insanların bile tutuklandığı bir ortamda hangi demokratikleşmede bahsedile bilinir ki? Ya da barışçıl mücadeleyle hangi demokrattık toplum inşa edile bilinir?

Diğer yanda Ortadoğu’da ki gelişmeler ve yeni şekillenmede Kürtlerin tarihsel olarak elde edeceği kazanımlar ciddi olarak hakım sınıfları kaygılandırmıştır. Bunun telaşıyla hareket etmiştir.

İyice çıkmaza giren, sarsıntı içinde olan Şeriatçı faşist sistemin anayasayı değiştirip iktidarını süreklileştirmek, başta eğitimde başlattığı dinci şeriatçı bir yaşamı dayatmaktadır. Bu koşularda demokrasi, hak mücadelesi yürütenlerin zindanlara tıkıldığı bir ortamda silahlı mücadeleye son vererek demokratik toplum vb söylemlerinin hiçbir karşılığının olmadığı çok açık ortada değil mi?

Bizler açısında gerçek anlamda demokrasi sorunu ya da demokratikleşme sorunun bir devrim, demokratik halk devrimiyle gerçekleşe bileceğidir. Faşizmin kurumlaştırıldığı, baskı ve şiddetin ön plana çıkararak iktidarını yürütenlerin sağlaya bileceği hiçbir demokratik ortam olamaz. Gerek dünya toplumsal mücadele tarihi gerekse de sınıflar mücadelesinin bugüne kadar gösterdiği gerçek anlamda demokrasi ve halkların eşit, özgür yaşadığı bir toplum sadece ve sadece bir toplumsal devrimle mümkündür.

Sonuç olarak yapılan çağrı ve bunun sonuçlarının Kürt halkına getirdiği bir kazanım ve kendisini özgürce ifade edeceğine dair en ufak bir belirti söz konusu değildir. Bu haliyle varılacak bir sonuç ancak Kürt halkı ve onun kazanımlarını tasfiyeye götüreceği gerçekliğini görülmek zorundadır.

Tekçilik üzerine ve katliamlarla şekillenen emperyalist haydutların kuklası faşist şeriatçı iktidarın bugüne kadar dayattığı imha ve soykırım politikasında değişen bir şey yok. Yaşananlar karşısında dilini değiştirmeyen, açıklama yapılarken Kürtçe okunduğunda yayını kesenlerin, “terör” tekerlemesini tekrarlayanların sağlayacağı hiçbir demokratik kırıntı olmaz. Keza Türklüğü yüceltme veya güçlendirmek, eli, kanli katil Bahçeliye sistemin yüklediği rolden dolayı ona güzellemeler yapmakta özgürlük mücadelesi verenlerin sorunu değil, olamamalı da…

Önceki İçerikUsta sanatçı Edip Akbayram yaşamını yitirdi
Sonraki İçerikÖnder Babat katledilişinin 19. yılında vurulduğu yerde ve Beyazıt’ta anıldı

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz