Reformist liberaller, devrimci mücadelenin önündeki en sinsi engellerden biridir. Hem ülkemizde hem de dünya genelinde sınıf mücadelesinin önündeki barikatlar, yalnızca hâkim sınıfların baskısıyla değil, aynı zamanda devrimin adını taşıyıp ruhunu gasp edenlerle de örülmüştür.
Mücadelede en keskin sloganları atan ve kitleleri alanlara çağıran her aktör, devrimci değildir. Özellikle, her eylemliliğin gerçek dönüşüm anlamına gelmediği gibi, reformist liberaller gibi ara güçler, mücadele zeminini sistem içi manevralarla bulanıklaştırmakta ve devrimci hattı işlevsizleştirmek için “militan” pozlar kesmektedir. Bu aktörler ne tam muhaliftir ne de tam işbirlikçi; ancak her durumda devrimci olanın karşısındadırlar. Onların siyasal misyonu, halkın enerjisini düzene kanalize etmek ve kitlelerin devrimci dinamiklerini törpülemektir.
Reformist liberaller, sistemin içindeki siyasal alanı tek ve meşru mecra olarak kabul eder. Her hak mücadelesini, her sokak başkaldırısını bu sınırlar içinde kalmaya zorlarlar. Sözde radikal, ama sınırlı; eylemci görünürler, ama kontrollüdürler. Örneğin 1 Mayıs’ta olduğu gibi Taksim için nutuk atarken, Kadıköy’e yönelirler. Ayaklanmanın dilini konuşurlar, ancak seçim hesapları yaparlar. Temel politikaları, sistemi reformlarla “insanileştirmek” ve düzeni “demokratikleştirerek” daha yaşanılır kılmaktır. Bu, tam da sistemin ihtiyaç duyduğu şeydir; Kriz anlarında halkın tepkisini sistem içine çekecek tampon güç olmaktır.
Bu sadece günümüz açısında değil toplumsal mücadelenin tarihine baktığımızda da birçok örnekle karşılaşırız.
Örneğin; Paris Komünü, işçi sınıfının iktidarı ele geçirdiği ve sosyalist bir hükümet kurduğu bir dönemdir. Ancak, burjuva cumhuriyetçileri ve reformist gruplar, işçi hareketini sistem içinde tutmaya çalışarak devrimi sabote ettiler. Bu süreçte, devrimci irade ve halkın isyanı, reformistlerin müdahalesiyle zayıflatıldı. Sonuç olarak, Komün, burjuva güçler tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
Keza Rusya’daki Ekim Devrimi, işçi ve köylülerin iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlandı. Ancak, devrim sonrası reformist sosyalist gruplar, Lenin ve Bolşeviklerin devrimci hedeflerine karşı çıkarak, devrimi sınırlamaya çalıştılar. Bu durum, devrimin yönünü değiştirmeye ve burjuva muhalefetinin etkisini dayattılar.
68 gençlik başkaldırısında, bu dönemde, gençlik hareketleri ve işçi sınıfı arasında güçlü bir dayanışma vardı. Ancak, bazı reformist gruplar, isyanı sistem içindeki reformlarla sınırlı tutmaya çalıştı. Bu, devrimci potansiyelin zayıflamasına ve hareketin kontrol altına alınmasına yol açtı. Nihayetinde, bu süreç, isyanın etkisini azaltarak burjuva düzenin yeniden inşasına katkı sağladı.
Arap Baharı, birçok Arap ülkesinde halk ayaklanmalarına yol açtı. Ancak, reformist liberaller ve burjuva muhalefet, bu hareketleri sistem içindeki değişimlerle sınırlamak için çaba sarf ettiler. Örneğin, Mısır’da, devrimci güçler iktidarı ele geçirmeye çalışırken, reformist gruplar ve ordu, halkın öfkesini kontrol altına alarak devrimi sabote ettiler.
Türkiye’de Gezi Parkı Direnişi, geniş kitlelerin bir araya gelerek hükümete karşı çıktığı bir dönemdi. Ancak, bazı reformist gruplar, hareketin devrimci potansiyelini sınırlamak için “makul alanlar”da kalmayı savundular. Bu durum, direnişin etkisini azaltarak, hükümetin baskı politikalarını sürdürmesine zemin hazırladı.
Bu tarihsel örnekler, reformizmin pasif değil, aktif bir işlevi olduğunu bir kez daha gösteriyor. Reformist liberaller, devrimci olanı engellemek ve düzen sınırları içinde tutmak için mücadele veriyorlar. 1 Mayıs sürecinde Beyazıt’ta barikatı parçalayıp Saraçhaneyi ileriye taşıyan irade ve devrimci enerji, burjuva muhalefetin sınırlarına hapsetmek istendi. Ancak ortaya çıkan irade, burjuva muhalefetin ileri adım atmasını sağlamışken, reformist liberaller sendikal bürokrasinin diliyle “makul alanlar”da kalmayı savundular. Oysa Taksim, yalnızca bir alan değil, sınıfsal ve siyasal bir tavırdır.
Tüm bu çabalara rağmen, devrimci bilinç ve irade bu oyunu bozdu. “1 Mayıs Taksimdir” sloganı öne çıktı. Reformist çizgi ve sendika ağalarının çizgisinin teşhiri ve devrimci alternatifin gücünün öne çıkması, sadece fiziki bir barikatı aşma değil, aynı zamanda ideolojik ve politik bir barikatı da parçalama hamlesiydi. Esas sorun, alanın neresi olduğundan çok, siyasal hattın kim tarafından çizildiği ve mücadelenin hangi sınıf çıkarına hizmet ettiğidir.
Sonuç olarak
Reformist liberaller, devrimci bir dönemeçte düzenin en sinsi savunucularıdır. Onlar tankla değil, tutanakla saldırır; barikatla değil, protokolle engel olurlar. Halkın öfkesini gerçek bir kopuşa değil, sahte bir değişim umuduna bağlarlar. Bu süreçte “solcu”, “ilerici”, “demokrat” maskesiyle sahneye çıkarlar. Tarih, bu tür ara aktörlerin işlevini defalarca açığa çıkarmıştır. Devrimci hareketin görevi, yalnızca iktidar bloğuna değil, onun yedekleyici muhalefetine ve solundaki düzen bekçilerine karşı da ideolojik, politik ve pratik mücadele yürütmektir. Çünkü devrim, sadece zulme değil, zulmün reformcu makyajına da karşıdır.
İste bugün ülkemizde yaşananlara ve ortaya çıkan potansiyelin bu kesimlerce bir kez daha gösteriyor ki, halk isyanlarının sistemin yedeği haline getirilmesi çabasındalar. Kuskusuz ki bu kesimlerin mücadele önünde ki engelleyici pozisyonları sınıflar mücadelesinin sert çatışmalarında eleneceklerdir. Ancak bunun başarılması için, başta ideolojik mücadele olmak üzere, bu kesimlere karşı ilkeli ve tutarlı devrimci duruşun önemini unutmamalıyız. Pragmatik yaklaşımlar, grupsal çıkarlar, günü kurtarma tutumlarıyla bu kesimlerin meşrulaştırılmasına izin vermemeliyiz.